Hikmet Demirtaş 29 Ağustos 2012 Paylaş 29 Ağustos 2012 (düzenlendi) fark etmeden aynı fıkrayı (TEMEL FUTBOL)paylaşmışım yerine başka bir fıkra bulurum.... Şimdi 2 deli varmış 1.ci deli demiski bn su içmeye gidiyom 2.ci deli demişki bnim yerimede iç 1.ci deli gülerek gelmiş 2.ci deli sormuş -ne oldu? +Kendi yerime temiz su içtim senin yerine pis su içtim. ... 29 Ağustos 2012 tarihinde Hikmet Demirtaş tarafından düzenlendi 1 Yorum bağlantısı
Mahmut Yıldız 29 Ağustos 2012 Paylaş 29 Ağustos 2012 Hayat böyle demek ki Fahrettin abi. Biz neler yaşayacağız ama eninde sonunda "iyi bilirdik" deyip gömecekler, yaşananlar bize kalacak. 1 Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç 3 Eylül 2012 Paylaş 3 Eylül 2012 Büyük İskender, büyük filozof Aristo’ya bir mektup yazıp sorar: - Zaptettiğim topraklardaki insanları tahakkümüm altında tutabilmek için neler yapmalıyım? 1- Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim? ... 2- Ülkenin ileri gelenlerini hapse mi atayım? 3- Ülkenin ileri gelenlerini kılıçtan mı geçireyim? Aristo’dan cevap gelir: 1- Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar. 2- Hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar. 3- Onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar. Aristo, çözüm olarak şu tavsiyede bulunur: - İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin. Birbirleriyle savaşınca, hakem olarak kendini kabul ettireceksin. Ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın! 1 Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç 5 Eylül 2012 Paylaş 5 Eylül 2012 Küçük İstavrit Küçük istavrit, yiyecek birşey sanıp hızla atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında, gümbür gümbür oldu yüreği. Sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü, neye benzerdi acep gökyüzü. Bir yanda büyük bir merak, bir yanda ölüm korkusu. "Dudağı yarıklar" denir, şanslıdır onlar, hani görüp de gökyüzünü, insanı, oltadan son anda kurtulanlar. ... Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu; küçük istavrit anladı yolun sonu; koca denizlere sığmazdı yüreği, oysa şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci. İnsanlar gelip geçtiler önünden; bir kedi yalanarak baktı gözünün içine; yavaşça karardı dünya başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı bir de yeşil yosunu. İşte tam o anda eğilip aldım onu; yürüdüm deniz kenarına; bir öpücük kondurdum başına. İki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece bakakaldı; sonra sevinçle dibe daldı gitti, tüm kederimi söküp atarak teşekkürü de ihmal etmemişti; birkaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak. Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme; sorar gibiydiler neden yaptın bunu niye? "Bir gün" dedim, "Bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, son ana kadar hep bir umudum olsun diye"... 2 Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç 6 Eylül 2012 Paylaş 6 Eylül 2012 (düzenlendi) Hayat Kat Kattır. Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış? Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış "bu gençliğin sırrı nedir" diye. İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya…Ama sorular sık, soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki.Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine. "Bu davette size sırrımı açıklayacağım" demiş. Herkes merakla davete gelmiş.Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş. "Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!.." Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş. Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da : " Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet" demiş. Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş.Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş. Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin" demiş. Başka istemiş?. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış . Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedicik sormuş. "Eeeee?. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı b urada anladınız mı??" Herkes birbirinin yüzüne bakmış.Kimse bişey anlamamış.. " Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!" Dedecik gülmüş. "Efendiler" demiş. O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Bir kere bile "aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne taşıtttırıyorsun bana defalarca…" dem! edi.Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi.İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum."Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz.Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız.Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz.Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız.İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız." Demiş. SENİN NE ANLATTIĞIN DEĞİL, İNSANLARIN NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR. SENİ ANLAYAN BİRİNE ANLAT. ANLAŞILMIYORSAN SUS Kİ, ANLATTIĞINI ANLATMAK ZORUNDA KALMAYASIN!! !! Hayatınız seçtiğiniz kadındır… Zevkli bir kadına rastlarsanız, ZEVKİNİZ, bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ, zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir. Hayat kat kattır. Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. Ve bugün durduğunuz teras , seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır. Hayatınız seçtiğiniz kadındır. 6 Eylül 2012 tarihinde Ersen Tapan tarafından düzenlendi 1 Yorum bağlantısı
Hasan Tahsin Şipit 9 Eylül 2012 Paylaş 9 Eylül 2012 Kapı vurulur ve bir erkek kapıyı açar. Kadın: 'İyi günler az önce camınız kırıldı ve bunu yapan benim çocuğum, lütfen özrümü kabul edin ne kadar masrafı varsa ödemek istiyorum' der. Adam: 'Hiç sorun değil çocuğunuz camı kırdı ve içeri giren top değerli bir vazoya çarptı ve o da kırıldı'. Kadın daha fazla üzülür ve içeri girdiğinde gerçekten bir vazoyu kırılmış görür. 'Çok üzgünüm bunun da masrafını ödemek istiyorum' der. Adam: 'Hiç önemli değil, aslında çok büyük bir iyilik yaptınız bana'. Kadın merakla: 'ama camınız ve değerli bir vazonuz kırıldı nasıl olur' der. Adam: 'hanımefendi ben bir cinim ve 100 bin yıldır o vazoda hapis kalmıştım, çocuğunuz sayesinde özgürlüğüme kavuştum, dileyin benden ne dilerseniz, Kadın: önceleri şaşırsa da,biraz düşündükten sonra; 'Çok güzel ve büyük bir malikane istiyorum'der. Adam: 'Bir dakika' der ve kısa bir telefon görüşmesinden sonra; 'tamam hanımefendi, malikaneniz hazır' der, 'İkinci dileğiniz nedir?' diye sorar. Kadın:sevinç çığlıkları ile; 'En güzel kıyafetleri istiyorum' der. Adam: yine kısa bir telefon görüşmesinden sonra; 'Tamam, hanımefendi, Versace ve D&G'ya gidip en güzel kıyafetlerden istediğiniz kadar alabilirsiniz' der, Adam: 'Son dileğinizi de alabilir miyim' diye sormasıyla Kadın: çıldırmış bir halde; 'Dünyanın en güzel mücevherlerini istiyorum' der. Adam: yine kısa bir telefon görüşmesinden sonra; 'Tamamdır, yarin tüm mücevherleriniz teslim edilecek' der. Kadın: artik sevinçten çıldırmıştır. Adam: kadına sessizce; 'Ee şey hanımefendi, benim de sizden küçük bir ricam olacak' der, 'Malum,100 yıldır bir vazodayım, bu sürede hiç kadın yüzü görmedim, benimle bir gece birlikte olabilir misiniz acaba?' diye sorar. Kadın: biraz düşündükten sonra, O'na bu kadar güzel şeyler veren birinin, isteğini geri çevirmemesi gerektiğini düşünür ve 'Tamam olabilir' der, Sabah'a kadar birlikte olurlar... Adam bir ara sigarasını yakar ve kadına sorar; 'Kaç yasındasın?' Kadın: '32' der, Adam: 'Hadi yaa.. Çok enteresan, bu yaştasın ve hala cinlere inanıyor musun?' 3 Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç 12 Eylül 2012 Paylaş 12 Eylül 2012 Meme kanseri ile ilgili herkesin ders alması gerekn küçük bir hikaye / kıssadan hisse Orta yaşlı ve düzgün giyimli bir adam sessizce kafeye girerek köşedeki masaya oturur. Garsona sipariş vermek için beklerken yan masadaki gençlerin kendisine bakarak gülüştüklerini fark eder. Belli ki yakasına taktığı küçük pembe kurdele şeklindeki Rozetine gülmektedirler. Bu alaylı bakışları görmezden gelen adam, yan masadakilerin bu ısrarlı sırıtmalarına dayanamayarak elini lacivert ceketinin yakasındaki rozete götürerek, Bu mu? diye bakışanlara sorar. Yan masadakiler yüksek sesle gülerek, Küçük güzel Pembe kurdeleniz lacivert ceketinize pek de yakışmış! diyerek sırıtmaya devam ederler. Orta yaşlı adam bu sözü söyleyen delikanlıya dönerek, Lütfen masama buyurun bunu tartışalım der. Biraz önce tüm sevimsizliğiyle sırıtan delikanlı sebebini anlamadığı bir utanma ve sıkınt ı hissine kapılsa da gelip masaya oturur. Adam anlaşılır ve yumuşak bir sesle, Bu Rozet tüm dünyada, içinde olduğumuz ayda, kadınların arasında meme kanseri bilincini yaygınlaştırmayı ifade ediyor. Ben bu rozeti annemin adına takıyorum der. Bu açıklama karşısında başkalaşan delikanlı, Çok üzüldüm, anneniz meme kanserinden mi öldü diye sorar. Hayır diye cevap verir orta yaşlı adam ve devam eder: Annem sağ. Küçük bir çocukken kendimi yalnız hissettiğim korkulu anlarımda her zaman başımı saklayabileceğim ve huzur bulacağım yumuşak bir yuvadır annemin memeleri. Annemin sağlığı için dua ediyorum. Hımmm diye kekeler delikanlı. Bu rozeti karım için takıyorum diye devam eder orta yaşlı adam. Karınız da herhalde iyi diye sorar delikanlı. Evet, evet der adam Karım benim için aşk ve sevgi kaynağı olmuştur her zaman. 23 yıl önce sevgili kızımızı beslemiştir memesiyle. Karımın sağlığı için Allaha şükrediyorum. Sanır ım kızınızın sağlığı için de takıyorsunuz? Hayır. Kızımı bir ay önce meme kanseri nedeniyle kaybettik. Yaşının çok genç olduğunu düşünerek ihmal etmiş memesinde fark ettiği kitleyi. Bu nedenle geç kaldık. Genç delikanlı, yüzündeki utangaç ve üzüntülü bir ifadeyle, Çok üzgünüm bayım. Özür dilerim der Orta yaşlı adam Kızımın anısına öğünerek takıyorum Bu küçük pembe kurdeleyi. Bu sayede çevremdekileri de aydınlatabiliyorum. Şimdi evine git, karınla, kızınla, annenle konuş deyip cebinden çıkardığı küçük pembe kurdele rozetini uzatırken, delikanlı öne eğilir ve takmama yardım edebilir misiniz? diye mahçup mahçup sorar. Bu öyküyü Türkiye Meme Vakfından Dr. Can Gürbüz gönderdi.. Öykünün altına bir de not düşmüş: Bir mumun, diğer mumu yakarak aydınlatmasıyla kaybedeceği hiçbir şey yoktur.. Lütfen bu hikâyeyi yayarak diğer mumları da aydınlatın Tüm aydınlıklar kadınların olsun Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç 12 Eylül 2012 Paylaş 12 Eylül 2012 Ilginç bir öykü. Gösterdim ! Gördü anlamına gelmez... Söyledim ! Duydu anlamına gelmez... Duydu ! Doğru anladı anlamına gelmez... Anladı ! Hak verdi anlamına gelmez... Hak verdi ! İnandı anlamına gelmez... İnandı ! Uyguladı anlamına gelmez... Uyguladı ! Sürdürecek anlamına gelmez... Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa; - Buranın yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler.. Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra; Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.. Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. - Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş çocuk. Kuş cıvıltıları oradan geliyor zaten. - İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?. -Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye atılmış çocuk... Üstelik manolyalar da katılıyor onlara.. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız.. Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde fark etmiş çocuğun kör olduğunu.. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış adamın kendisini fark ettiğini.. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken; - Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki!. Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?. Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına doğru yönelirken; - Artık emin değilim demiş. Emin olduğum tek şey,benden iyi gör- düğündür. Gören Gözlerimizin Mutluluğunu Sonuna Kadar Sürdürmeniz ve Şükretmeniz Dileğiyle 3 Yorum bağlantısı
Mahmut Yıldız 14 Eylül 2012 Paylaş 14 Eylül 2012 Fıkraları böyle resimli paylaşınca Zafer kızıyor ona göre, ama az gaz verirsen yazıp tekrar ekleyebilir. Bir de "buradan bakınca gerçekten öyle görünüyormuş" diye bir fıkra var, bunu okuyunca aklıma geldi. 1 Yorum bağlantısı
Mahmut Yıldız 14 Eylül 2012 Paylaş 14 Eylül 2012 yok, fıkra ya illa yazı olacakmış, önce yazı fontunu değiştirme diye atladı, sonra resimmiş dedi, sonra da resimlerde gizli reklam yapıyorsun dedi, tüplü ve kıskanç. :p Aha da dedikleri http://www.fordclubt...ost__p__1535008 bu da yeniden yazdığı fıkra http://www.fordclubt...ost__p__1535027 1 Yorum bağlantısı
Zafer Ayvacı 14 Eylül 2012 Paylaş 14 Eylül 2012 yok, fıkra ya illa yazı olacakmış, önce yazı fontunu değiştirme diye atladı, sonra resimmiş dedi, sonra da resimlerde gizli reklam yapıyorsun dedi, tüplü ve kıskanç. :p Aha da dedikleri http://www.fordclubt...ost__p__1535008 bu da yeniden yazdığı fıkra http://www.fordclubt...ost__p__1535027 Hiç üşenmedin aradın buldun di mi? yatsın kalksın dua etsin o , fıkra piyasasını canlı tutuyoruz diye eşşeği düzeltirse hoca nın gerisi çıkar ortaya ayıp karıyı düzeltirse o da ayıp hocayı düzeltirse zaten günah (buraya espiri yapmasın şimdiden uyarayım ) Eşek - karı - hoca. En korktuğum 3leme. Ben karışmam Yorum bağlantısı
Zafer Ayvacı 14 Eylül 2012 Paylaş 14 Eylül 2012 Zahmet ettin Müyendiz adam boş adam 1 Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç 17 Eylül 2012 Paylaş 17 Eylül 2012 LÜGAT PARÇALAYINCA Bir gün medresede öğrenciler daire biçiminde oturmuşlar edebiyat dersi alıyorlarmış. Hava da soğuk olduğu için ortaya bir mangal koyarak ısınıyorlarmış. Hoca "Güzel Konuşma" dersi verirken, bir ara durmuş ve: "Çocuklar her zaman konuşmalarınıza çok dikkat etmelisiniz. Siz ilim, irfân öğreniyorsunuz, dirsek çürütüyorsunuz. Dolayısıyla köylü Mehmet Ağa gibi konuşamazsınız. Lügat parçalayarak, edebî bir dille konuşmalısınız" demiş ve bir örnek de vermiş: "Halk bir bardak su içse, ben bir bardak su içtim der. Siz öyle demeyip şöyle diyeceksiniz: "Bir kadeh-i lebriz âb-ı hoşgûvâr nuş ile dil-figârı ferah-ı bî-şumâr eyledim." Yani bir bardak suyu içmekle yanan gönül ateşimi söndürdüm ve bahtiyar oldum, demektir. Talebeler: "Peki hocam siz nasıl derseniz biz öyle konuşuruz" demişler. Ders devam ederken tam bu esnada mangaldan bir kıvılcım sıçramış ve hocanın kavuğunun üstüne düşüp yanmaya başlamış, ama hoca tepesinde kavuğunun tutuş... tuğunu görmüyormuş. Hemen öğrencilerden biri söz isteyip konuşmaya başlamış: "Ey hâce-i bî-misal ve üstâd-ı zî-kemâl, bi-hikmeti Müteâl, nâr-ı mangaldan sıçrayan bir şerâre-i cevval, pertap ile ser-i âlinizdeki kavuğu iş'âl eylemiştir." (Ey benim emsalsiz hocam ve kemâl sahibi üstadım! Yüce bir hikmetle mangal ateşinden bir kıvılcım sıçradı. Yüce başınızdaki kavuğu tutuşturdu. Kavuğunuz yanıyor haberiniz olsun.) demiş. Fakat bu edebî sözler söyleninceye kadar hocanın kavuğu yanmış, saç ve sakalı da tutuşmuş. Hoca bir taraftan can havliyle havaya sıçrarken, bir yandan da: "Be aptal oğlum! Niye lafı uzatıyorsun? Hocam kavuğun yanıyor desene" diye talebeyi azarlayınca, bunun üzerine talebeler hep bir ağızdan: "Eee Hocam sen demedin mi bize, lügat parçalayarak konuşacaksınız diye, arkadaşımız da sizin isteğinize göre hareket etti" demişler 3 Yorum bağlantısı
Murat Dere 30 Eylül 2012 Paylaş 30 Eylül 2012 Ama çeviri yanlış 2 çay 22'ye olması lazım :D TU Tİ'den sonra virgül olmadığı için evet. Yorum bağlantısı
Recommended Posts