Selçuk Keleş 28 Eylül 2012 Yazar Paylaş 28 Eylül 2012 4. gün : Mevlana türbesi ve Külliyesi - Alaeddin Camisi - Sille - Kilistra Bugün Konya içini ve civarını gezeceğim. Gümüşaslan da biraz dinlenmiş olur. İlk önce Mevlana türbesi ve külliyesini gezelim. Müze'nin ziyaretçisi epey fazla.Pencereler o dönemin kilise yapılarını hatırlattı bana. Dervişlerin odaları, kullandıkları eşyalar ve giysileri bu küçük odacıklarda sergileniyor. Buradaki gezimi tamamlayıp, Aleaddin tepesine yürümeye başlıyorum. Alaeddin cami ve Selçuklu hükümdarlarının türbeleri burada bulunuyor. Cami Selçuklu döneminin en eski eserlerinden olup 1221 yılında Aleaddin Keykubat zamanında bitirildiği için onun adı verilmiş. Girişteki kitabede de bunlar yazıyor. Bu Ion başlığının burada ne işi var acaba ? Sadece bir tane sütunda görebildim. Kubbenin ve mihrabın çinili süslemeleri. Minber de orjinal ve üzerinde inanılmaz bir işçilik var. Geçmeli biçimde abanoz ağacından yapılmış. Sülüs ve kufi stillerinde minberin ustası, ne zaman bitirildiğine dair yazılar var. Yan tarafta ise Kuran'ı Kerim'den seçili ayetler var. 40 yılda tamamlanabildiği söyleniyor. Emanet kasası. Buranın yapımında ya da tamirinde alakasız malzemeler kullanılmış olmalı. Az önce gördüğüm Ion sütun başlığından sonra bir de bu karşıma çıktı. Selçuklu hükümdarlarının mezarlarının olduğu türbe binalar. Ancak sanduka bulunmuyor. Şimdi çay molası ve yemek zamanı Civarda arkeolojik kazılar devam ediyor. Bisiklet parkı. Burdaki gezimi bitirip gümüşaslanı aldıktan sonra Sille'ye doğru hareket ediyorum. Gram benzinimiz bile kalmamış, onu tamamlıyoruz. MS. 4. yy'da Bizans imparatoru Konstantinus'un annesi Helena Kudüs'e giderken Konya'dan da geçiyormuş. Burdaki oyma mabedleri görünce buraya mabed yaptırmaya karar vermiş. Şu anda burada restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmaları var. Gün batmaya yaklaştı. Antalya yolu üzerindeki Gökyurt köyüne yetişmek için az zamanımız var. Bu köyde Kilistra antik kenti bulunuyor. MS 7. yy'a tarihlenen bu yörede, yine kayalara oyularak yapılan kilise, barınak, şarap mahzenleri bulunuyor. Şapelin içi ve dışı tamamen kaya oyuğu şeklinde ve haç planlı olması onu farklı kılıyor. Burada Bizans dönemine ait yazıt ve süslemeler bulunmuş. Hava iyice karardı. Konya'ya dönme zamanı. Bugün epey yürüdüm, biraz yoruldum, bi etli ekmek çakıyım da kendime gelirim 1050 kmdeyiz. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 29 Eylül 2012 Yazar Paylaş 29 Eylül 2012 5. gün : Karaman Taşkale - Manazan Mağaraları - İvriz Kaya Anıtı Bugün Konya dışına çıkıp Karaman civarına gideceğiz. Tesadüfen Karaman'da yaşayan Gazi Üniversitesi'nden sınıf arkadaşım Ali'nin gitmek istediğim Taşkale beldesinde doğmuş ve büyümüş olduğunu öğreniyorum. Onu da alıp yola devam ediyoruz. Karaman'dan 50 km mesafede bulunan Taşkale beldesine yeni yapılan asfalt yoldan ilerliyoruz. Navigasyonda bu yol tanımlı değil hala. Civarda bol bol su kaynağı var ve bir baraj da yapılmış, suyun aktarımı için boru döşeme çalışmaları vardı. Yolumuzun üzerinde Manazan mağaraları var. Kat kat oyma mağaralarda Bizans döneminde barınma ve savunma amaçlı olarak kullanılan mağaralar var. Aslında çok eski tarihlerden beridir buraların kullanılageldiği belirtiliyor. Bazı mağaraların içinde yazılar var, bulunan diğer eserler müzede sergileniyor. Dışarısı 31 derece olmasına rağmen kapıdan adımınızı attığınız anda ısı sanki 18 dereceye düşüyor. Kapıların yanlarında mızrakların atılabileceği delikler var. Çok içeri girmiyoruz, gerçi ışığımız var ama civarda yüzlerce yılan deliği gördüm bu nedenle riske girmiyoruz. Kanyona benzeyen kayaların arasından devam ediyoruz. Nihayet Taşkale'ye vardık. Köyün hemen girişindek, oyma mağaracıklar bizi karşılıyor. Burası aynı zamanda sit alanı olarak koruma altında. Bu mağaracıkların içinde köylüler 8 yıl bile erzaklarını saklayabiliyorlarmış. Makaralar torbaların çıkarılması ve indirilmesi için. Tabii önce birinin oyuklara basa basa çıkması gerek. Bir de ben şansımı deneyeyim bari. Belki şunda limonata ya da kola vardır Bahçede cevize daldık. Devam ediyoruz, biraz daha yolumuz var. Şimdi İvriz'e gidiyoruz. İvriz kaya anıtı günümüze gelebilen Hitit dönemi eserlerinden en önemlilerinden birisi. MÖ 8. yy eseri olan bu anıt Tuwana kralı Warpalawas'ı ve Bereken tanrısı Tarhundas'ı betimliyor. Kral, Tanrı'ya şükran sunuyor Tanrı da elinde üzüm salkımı ve başağı tutuyor. Anıtın arkasındaki yazıtta da " Ben hakim ve kahraman Warpalawas prens iken bu üzüm asmalarını diktim Tarhundas da onlara bereket versin" yazıyor. Yolumuz biraz uzun. Ay çok güzel pozlar veriyor. Bu arada Taşkale - Karaman yolu'nun en uzun virajsız yol olduğunu biliyor muydunuz ? Gerçekten de tam 40 km boyunca hiç viraj dönmeden dümdüz gittik. Bugün çok güzel geçti. 1520. km'yi doldurduk. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 1 Ekim 2012 Yazar Paylaş 1 Ekim 2012 6. gün : Beyşehir Eşrefoğlu Camisi - Eflatunpınar Hitit Kaya Anıtı Konya içindeki gezimizi tamamlayıp Beyşehir'e doğru hareket edyoruz. Önce Eşrefoğlu camisini görmeye gidiyoruz. 1299 yılında Eşrefoğulları zamanında yapımı tamamlanan caminin diğerlerinden farklı bir kaç özelliği var. Bu kümbette camiyi yaptıran Seyfettin Süleyman beyin mezarı bulunuyor. Kesme taştan yapılan caminin taç kapıları diğerlerinden farklı motiflere sahip. Yapan ustanın adının da yazdığı kısımlar var. Burası caminin hemen yanındaki bedesten. O dönemde kıymetli mücevherler, kumaş vb. kıymetli eşyaların satıldığı üstü kubbeli olan yapının günümüze gelebilen nadir örneklerinden. O dönemlerde banka-borsa görevi de görüyormuş. Son cemaat mahallinden camiye İçeri bu taç kapıdan giriş yapıyoruz. Bu cami, tamamen ahşap tavan, ahşap sütunlar, ahşap minber ve çinili mihrabı ile Selçuklu dönemi ulu camilerinin bütün temel özelliklerini taşıyan tek cami özelliğini taşıyor. Ortada gördüğünüz müezzin mahfilinin çıkış kapatılmış, şu anda kullanılmıyor. Sanırım girişi tam ortadan merdivenle yapılıyordu. Hünkar mahfili devlet büyükleri için Osmanlı döneminde yapılmış. Ceviz ağacından ve üzerinde çok güzel oymalar bulunuyor. Minberin yan duvarında yine kündekari stiline rastlıyoruz. Alaedin camisinin minberi gibi, üzerindeki geometrik desenler tamamen birbirinden farklı. Kimi yoruma uzayı ve yıldızları kimi yoruma göre devleti ve beylikleri simgeliyor. Bu caminin ilginç özelliklerinden birisi, tavandaki bu pencerenin kar ve yağmur sularını içeriye aktarması. Oluşturulan bu nem ile ağaçların çatlamasının engellenmiş. Daha sonra tepedeki bu pencere kapatılmış. Gezimi bitirip Beyşehir köprüsünü fotoğrafladıktan sonra Isparta yönüne devam ediyoruz. Yolumuzun üzerindeki Eflatunpınar Hitit kaya anıtı tabelasını görünce içeri dalıyoruz. Bir su kaynağının kenarındaki anıt farklı taşların üzeri oyularak bir araya getirilmesinden oluşmuş. Üstte güneş, ortada tanrı ve tanrıça onların altında ise onları selamlayan figürlerler var. Hitit krallığı dönemine tarihlenen anıt 1849 yılında keşfedilmiş. Yola devam ediyoruz. Eğirdir gölü çok güzel pozlar veriyor. Geceyi Eğirdir'de geçirip ertesi sabah Istanbul'a hareket ediyorum. Bu civarda oldukça fazla doğal ve tarihi yerler var ancak ileri tarihe erteliyorum. Katedilen mesafe : 2400 km. Çekilen fotoğraf : 600 Süre : 6 gece, 7 gün Ortalama yakıt tüketimi : 7 lt / 100 km. En beğenilen albüm : Şah Hatayi Deyişleri En beğenilen yer : Afyonkarahisar Ulucami En beğenilen yol : Ereğli - İvriz yolu Ulaşılan en yüksek rakım : 1820 mt. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 22 Şubat 2013 Yazar Paylaş 22 Şubat 2013 Günübirlik Bir Uludağ Gezisi Milli park girişinden itibaren yollar buzlanmaya başlıyor, kış lastiği olmayan bir Q7 virajlardan birinde savrulma tehlikesi atlatıyor. Kar ve buz oteller bölgesini etkisi altına almış tamamen. Sıcaklık -1'e kadar düşüyor. Gizlilik kuralları gereğince şimdilik en zorlu piste çıkış yaptığım telesiyejden bir görüntüyle idare etmeniz gerekecek. Telesiyejlerin çıktığı tepelerden bir tanesi. Rüzgar, ayaz, kar, kış dinlemeden en zorlu koşullarda en zorlu Uludağ pistinden biraz sonra slaloma başlıyorum vee işte en önde gördüğünüz gibi saatte 120 km'ye varan hızımla slalomumu yapıyorum. Arkada gördüğünüz fotoğrafçı ise "abi o kadar hızlı geçtin ki yakalayamadım makinayla valla" demekle yetiniyor İnişimi yaparken güzel fotolar çekmeyi de ihmal etmiyorum Ulaştığım bu hız ve yaptığım bu çılgınlıklar bile hızımı kesmiyor. İşte Bridgestone Blizzak'ların -1 derecede bile kaymadığı yollarda kendime karda tutunma ve geyik testleri yapıyorum. Durumu farkeden karayolları karla mücadele ekibi müdahale edip hemen yolu açmaya geldiler Tabii slalomdu testti uçup kaçayım derken epey acıkmışım, Bursa'ya inip bi iskender çakıp İstanbul'a devam ediyorum. Yeni maceralarımda görüşmek üzere. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 29 Mayıs 2013 Yazar Paylaş 29 Mayıs 2013 Çorum - Yozgat - Sivas - Tokat Bu sefer gümüşaslan'ın beni gaza getirmesine gerek kalmadı. Sıkıcı kış döneminden sonra baharın gelmesiyle bir iç anadolu seferi daha yapalım dedik. Geçen seferki Afyon-Konya gezisi gibi bunun da keyifli geçeceğini umuyorum. Rotamız boyunca gidebildiğimiz kadar eskilere gitmeyi, Selçuklu mimarisinin kalan son eserlerini görmeyi, çiçek açan ağaçları, yemyeşil tarlaları görmeyi, yüksek geçitlerden geçmeyi amaçlıyoruz. İlk ayağımız Çorum sınırları içinde bulunan Hattuşa, Yazılıkaya ve Alacahöyük. Bu yerleşimler Çorum'dan çok Yozgat'a yakın olduğundan Yozgat'ta bulunan akrabalarımız ziyaret ederek, gece kalarak günlük olarak gitmeyi planlıyorum. Hazırlıklarımızı tamamladık. Gümüşaslanı yükleyip sabah yola çıkıyorum. 650 km kadar yolumuz var. Isı 24C civarlarında. Bolu dağında kahvaltı, terastan bir görüntü. Akşam Yozgat'a varıyorum. 675. km.deyiz. 2. gün : Hattuşa - Yazılıkaya - Alacahöyük Sabah Boğazkale yönüne hareket ediyorum. Daha yolu uzun. Karşıdan karşıya geçicek Tabelaları takip ederek Hattuşa antik kentine varıyorum. Giriş ücretli. Hattuşa kalıntıları oldukça geniş bir alana yayılmış durumda. İçerideki 6 km.lik özel yolu takip ederek tanıtıcı tabelaların bulunduğu tüm yerleri sırayla gezebiliyorsunuz. İlk durağımız Aşağı Şehir. MÖ 3000 yılında Hatti'ler buraya yerleşmişler. Büyük tapınak, çevresini saran depolar ve evlerin kalıntılarını görmek mümkün. Tapınağa girişte aslan başlı tekneler var. Tapınağa bu ara yoldan girilebiliyor. Burada bulunan büyük tapınağın alt kısmı kireçtaşı bloklarından, üstü ise ahşap çatmalı kerpiçten oluşuyormuş, duvarları ise toprak kaplamalı. Kaidelerin tutturulduğu dübel delikleri görülebiliyor. Aşağı tarafta bütün şehri çevreleyen 6.5 kmlik Hitit surunun bir parçasının modelini görebiliyoruz. Bu yaklaşık 65 metre yani toplam surların sadece %1'i kadar. Yapılan hesaplamalarda 1000 işçinin 1 km. suru 1 yılda yapabildiği tespit edilmiş. 45x45x10 ölçülerindeki 64000 adet kerpiç bloklarından yapılan surda 2500 ton toprak kullanılmış. Depodaki şarap küpleri. Devam ediyoruz ve şimdi de meşhur Aslanlı Kapı'ya geldik. Her iki tarafta koruyucu amaçla yerleştirilmiş üç boyutlu aslan kabartmalarının soldaki zarar görmüş ve rekonstrüksiyonu yapılmış. Aslında üstte sivri bir kemer varmış ama şu anda yok. Kabartmanın dokusu. Örneğini alan meraklıları da var. Yola devam ediyoruz. Yerleşimlerin kalıntıları. Şimdi de Yerkapı'ya geldik. Burası 35 mt yükseklikte yığma toprakla oluşturulmuş ve merdivenlerle çıkılabiliyor. Buranın bir de tüneli var. Ne amaçla yapıldığı pek netleşmiş değil. Törenlerde vs. kullanıldığı sanılıyor belki de eşyaların rahatça içeri alınabilmesi içindir ? Tünelin iç yapısı çok orjinal, biraz da korkutucu. Ortalarda ısı üşütecek derecede düşüyor oralarda bir baca olup olmadığını karanlıkta göremedim. Yukarısına çıktığımızda ise Sfenks'li Kapı'yla karşılaşıyoruz. Diğer kapılardan farklı olarak giriş yönünde tek kabartma var. Öteki yönde olanı kayıp. Devam edip az aşağıda olan Kral Kapı'ya geliyoruz. Yapı olarak Aslanlı Kapı'ya benzeyen bu kapıda girişteki kulede miğferli, kılıçlı bir tanrı kabartması bulunuyor. Orjinali Ankara'daki müzede bulunuyormuş. Aşağı devam edip Büyük Kale'ye varıyoruz. Bu kale şehre ve ovaya hakim bir konumda bulunuyor, biraz tırmanmak gerekiyor. Japon turistler de peşimdeler. Daha ilginç bir bölüm olan Hiyeroglifli Oda'ya geldik. Bu odada savaşçı kralı tasvir eden kabartma, kralın faaliyetlerini ve başarılarını tasvir eden hiyeroglifler yer alıyor. Hattuşa'daki gezimiz sona erdi. Yazılıkaya buranın bir kaç km. ilerisinde, oraya doğru hareket ediyorum. Evet, öğlen sıcağındaki gezimiz Yazılıkaya'da devam ediyor. Burası Hititler'in bilinen en eski açık hava tapınağı. Yılbaşı kutlamaları burda yapılıyormuş. Önce A bölümüne bakalım. Tanrıları tasvir eden kabartmalar, altında da isimleri yazıyor. Tanrıçaları tasvir eden kabartmalar, altında da isimleri yazıyor. Ana sahnede ise firtına tanrısı ve güneş tanrıçası karşı karşıya duruyorlar. Kral Tudhalya'nın kabartması. Çift başlı kartal kabartması bir çok yerde bulunuyor. Şimdi de dar bir geçitten B bölümüne geçelim. Burayı Kral Tudhalya'nın oğlunun babası için yaptırdığı sanılıyor. Kılıç taşıyan 12 tanrının tasviri. Kral Tudhalya'ya sarılan Tanrı'yı tasvir eden kabartma. Duvardaki oyukların adaklar için yapıldığı sanılıyor. Yazılıkaya'dan çıktıktan sonra yemek molası veriyoruz. Ardından 30 km. kadar kuzeye Alacahöyük'e doğru yola koyuluyoruz. Buranın MÖ 5000 yılına kadar uzanan bir geçmişi var. Üzerinde 4 uygarlığa ait izler bulunmakta. MÖ 13. yy. Hitit'ler, MÖ 7. yy. Frigler, Bizans, Selçuklu dönemlerine ait yerleşim izleri bulunuyor. Taşıma araçları. Önce Sfenks'li Kapı ile başlıyoruz. Bu kapı tapınağın anıtsal girişi aynı zamanda. Dış cephede bulunan sfenks kabartmalarına ek olarak kral-kraliçe, gösteri yapan, çalgı çalan, kurbanları getirenlerin figürleri bulunuyor. Yine çift başlı kartal. Daha sonra eski Tunç Çağı Mezarları'na geliyoruz. Bu kral mezarlarından altı tanesi aslına uygun olarak canlandırılmış. Ölüler mezar alanının batısına gömülmüş. Takıları, eşyaları, çeşitli sembolik eşyalar, kurban edilen hayvanların kemikleri de beraberinde gömülmüş. Alanı gezerken yine bir tünel ile karşılaşıyoruz. Ancak bu tünel Hattuşa'daki gibi uzun ve düz değil. L şeklinde kısa bir tünelin içindne geçiyorum belki de başka bağlantıları vardır. Buradaki gezimi tamamlayıp çay molasından sonra Yozgat'a geri dönüyorum. 860. km.ye ulaştık. Yarın Sivas'a hareket edeceğim. 2 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 30 Mayıs 2013 Yazar Paylaş 30 Mayıs 2013 *** 3. gün *** Yozgat'tan Sivas'a doğru hareket ediyoruz. Yozgat'ın epey ilerisinde Akdağmadeni ilçesinde tarihi bir kilise kalıntısı olduğunu öğrenmiştim. Yönlendirici bir tabela falan yok tabii, sora sora buluyorum. Girişin üstündeki kemer ve sütunlarda kabartmalar bulunuyor. Kitabesinden 1862 yılında yapıldığı tespit edilmiş. Malesef çevresi koruma altına alınmadığından yapı zarar görmuş. Giriş ve oymalı süslemeleri. İçeriye girdiğimizde ise muhtemeşem bir ortamla karşılaşıyoruz. 8 sütun bulunuyor, geçişlerindeki kemerlerde süslemeler ve tavanda tasvirlerin bir kısmı günümüze gelebilmiş. Gölgede dinleniyor. Devam ediyoruz. Şeritler yenileniyor. Bu yolculuğun 1417 mt. rakım rekorunu bakalım geçebilecek miyiz ? Mola zamanı, tabii ki yine bir gamyoncu durağındayız. Nihayet Sivas'a varıp Fatih Otele yerleştim. Oda+kahvaltı, kişi başı 60 TL/gece. 1100. km.deyiz. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 31 Mayıs 2013 Yazar Paylaş 31 Mayıs 2013 4. gün : Çifte Minareli Medrese - Buruciye Medresesi - Ulucami Bugün Sivas'ın merkezini biraz dolaşacağımdan sabah biraz otelde oyalanıyorum. Buradaki oteller genelde meydana çok yakınlar. Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Ulucami ve diğerleri birbirlerine yakın olarak konumlanmışlar. Hepsi yürüme mesafesinde. Bu nedenle gümüşaslan bugün dinlenecek, Selçuk yürüyecek. Bu arada buradaki şöför ve trafiğin de İstanbul'dan pek farkı yok, herkes aracına çok düşkün vızır vızır geziyorlar. Önce Çifte Minareli Medrese'den başlayalım. Sadece giriş kısmı günümüze ulaşabilen bu yapı 1272 yılında yapılmış ve Sivas'ın sembolü haline gelmiş. Benzerlerinden daha yüksek olan taç kapısında mükemmel figürler görebiliyoruz. Minarelerin üzerinde ise çinili bezemeler bulunuyor. Bu kuleler çok güzel görünüyor. Daha sonra hemen arkasındaki Şifaiye Medresesi'ne giriyorum. Selçuk'lu döneminde tıp tahsili yapılan en büyük medreselerden birisi bu. 1217'de İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmış. Hemen bitişiğindeki Buruciye Medrese'sine geldi sıra. 1271 yılında Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılan görkemli bir medrese bu. Açık avlulu medresenin mimarı bilinmiyor. İki katlı medresenin girişindeki kuleler de görüntüye ayrı bir güzellik veriyor. İçi kafe olarak kullanıldığından işe yarar bir foto çekemedim. Yürüyüşümüze devam ederken Ulu Cami ile karşılaşıyoruz. Burası Anadolu'nun en eski camilerinden birisi. 54x33 mt. ölçülerindeki cami 1197 yılında inşa edilmiş. 3 yönden girişi var. Birisi genelde dönemin idarecisi tarafından kullanılan kullanılıyor. (VIP yani ) Benzer örnekleri Afyon Ulucami, daha sonra yazacağım Divriği Ulucami'de de var. Epey gezdim sıra Taşhan'da çay molası vermeye geldi. Fotoğraf makinasını düzgün koyamadım düştü düşecek diye bakarken çok komik çıkmışım artı amele yanığına dikkat Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 2 Haziran 2013 Yazar Paylaş 2 Haziran 2013 5. gün : Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa Güzel bir uykudan sonra erkenden uyanıyorum. Kahvaltıdan sonra Divriği ilçesine doğru hareket ediyorum. Hava biraz bulutlu, yağış olabileceği söylendi. Yolumuz biraz uzak. (180 km) Yol boyunca güzel manzaraların eşliğinde gidiyoruz. Oldukça yükseklerdeyiz ve bu gezimizin irtifa rekorunu kırıyoruz. (1950 mt) Ara ara yağmaya başladı, kısa bir süre de dolu yağdı. Isı 12 C'ye kadar düştü. Kangal'ı geçtikten sonra yol biraz bozuluyor ama manzaramız güzelliğinden bişey kaybetmiyor. Tripodun üstteki kafasını sabitleyen bir düğmesi kırıldı artık kullanamıyacağım galiba. (niyeyse hiç üzülmedim) Nihayet Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa'sına geldik. Bu iki yapı bitişik olarak inşa edilmiş. Unesco'nun Dünya Kültür Mirası eserlerinden biri seçilmiş aynı zamanda. Gerçekten de nasıl eşsiz bir eser olduğunu az sonra göreceğiz. Bu eser Selçuklu Devleti Mengücek Oğulları Beyliği zamanında (1228) yapılmış. Ulu Cami Mengücek beyi Ahmet Şah, Darüşşifa ise eşi Turan Melek tarafından yaptırılmış. Önce Darüşşifa'ya bakalım. Selçuklu eserlerinde taç kapının apayrı bir yeri var. 15 mt. yüksekliğindeki bu taç kapı üzerinde benzersiz motifler yer almakta. Buranın ne amaçla kullanıldığı netleşmiş değil. Darüşşifa kelimesi o zamanlarda konukevi/dinlenme yeri anlamında da kullanılıyormuş. Bir başka görüşe göre psikolojisi bozuk hastaların iyileştirildiği bir hastaneymiş. Ahmet Şah ve Turan Melek'in türbesi de burada. Özellikle taç kapılardaki süslemeler çok orjinal bir sentezleme olmuş. Güneş, yıldızlar, lotus çiçekleri İran-Sasani döneminden esinlenen objeler. Caminin eyvanlı-avlulu yapısı da Emevi döneminden esinlenmiş. Taç kapılardaki altıgen şekillerin kutsal bir geometri anlayışını ifade ettiği belirtiliyor. Ayrıca çift başlı kartal'ın "akıl", şahinin ise "nefis"i tasvir etttiği de söyleniyor. Hiç bir yerde hiç bir motif aynı ya da simetrik değil, karşıtına baktığınız zaman hep farklı bir desen görüyorsunuz. Usta kendini hiç tekrarlamamış. Avlunun ortasındaki havuz ve tahliye yolu. Ulucami'nin 3 kapısı var. Açık olan tek kapı Batı Kapısı. Bu kapı cemaatin daha çok çıkış amacıyla kullandığı kapıymış. Selçuklu Devleti'nin sembolü çift başlı kartal ve Mengücek Oğulları Beyliği'nin sembolü şahin. Taş içinde taş kullanılması tekniği sadece bu yapıda kullanılmış. İçeri geçiyoruz. Bu cami Mimar Sinan tarafından restore edilmiş, sağdaki sütunların farklılığı ordan geliyor. Yine bir Selçuklu Ulucami klasiği. Abanoz ağacından yapılmış minber ve üzerindeki eşsiz süslemeleri görüyoruz. Işık az olduğu için fotoğrafların pek kaliteli değil. Sonradan yapılan ışık kubbesi de pek yeterli olmuyor. Emanet sandığı. Gelelim kapalı durumda olan Kuzey Kapısı'na. Mihrap yönünde olan bu kapı ana giriş olması nedeniyle inanılmaz detaylı işçiliğe sahip. Diğer tarafa dolandığımda bu sefer kapalı durumda olan Şah Mahfili kapısına geliyorum. Burası da Ahmet Şah'ın kendi giriş çıkışı için yaptırdığı kapı olsa gerek. Bugün biraz yorulduk ama değdi. 1460. kmdeyiz. Şimdi de kızlarla Taşhan'da çay keyfi 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 3 Haziran 2013 Yazar Paylaş 3 Haziran 2013 6. gün : Yıldız Köprüsü - Sebastopolis - Mahperi Hatun Kervansarayı - Ballıca Mağarası - Taşhan Planımda bundan sonra Tokat'ta 2 gece kalıp civarı gezmek vardı ancak tatil sürem buna yeterli olmayacak. O nedenle yine Sivasta kalıp ama merkezden uzaklaşıp Tokat civarında biraz gezeyim diye düşündüm. Tarihi Yıldız Köprüsü. 4 mt. genişliğinde 70 mt. uzunluğunda. Roma devrinde yapılmış, Selçuk'lular döneminde tamir edilmiş. Solda gördüğünüz taşta Ermenice bir şeyler yazıyor. İlk hedefimiz Sulusaray ilçesi. Navigasyonun seçtiği rota köyler arasındaki stabilize yolları da içeriyor. Asfalt yolu tercih ederseniz yol aşırı uzuyor. Sebastopolis antik şehirin girişi kapalıydı. Zaten günümüze pek bişey ulaşmamış. Burdan Pazar ilçesine doğru devam ediyoruz. Yine tepelerin arasından kıvrılarak giden uzun stabilize yollardayız. Bu yol biraz tehlikeli, uçurumlara dikkat etmek lazım. Bazen de tren geçitlerinden geçiyoruz. Önce Mahperi Hatun Kervansarayı'na bakalım. Gıyaseddin Keyhüsrev ve annesi Mahperi Hatun tarafından 1239 yılında yaptırılmış. Şu anda özel olarak işletiliyor. Bir kısmı da restore edilmiş. Bundan sonra sırada Ballıca Mağarası var. Toplam uzunluğu 680 mt. Mağara içerisinde herhangi bir su kaynağı yok, yağmur sularının damlamasıyla çoğu yerde birikintiler oluşmuş. Mağara özel bir işletme tarafından işletiliyor, girişi ücretli. Aydınlatılmış parkurda tanıtıcı tabelalar var. Gezi süresi 15-45 dk. arasında değişiyor. Aydınlatma yetersiz olduğundan pek iyi fotoğraflar çekemedim. Flaş da bir çok noktada yeterli olmuyor. 2 yönde gelişen mağarada çeşitli salonlar bulunuyor. Tokat Taşhan. 1632 yılında yapılmış, Voyvoda hanı olarak da biliniyor. Tokat'ta tekstil üretimi ve satışı yoğun olduğundan kervanların uğramak zorunda olduğu hanlardan birisiymiş. Birşeyler yedikten sonra Sivas'a geri dönüyorum. Yarın geri döneceğim. Tokat ve Amasya civarını daha detaylı bir geziye ve ileri bir tarihe bırakıyorum. Süre : 6 gece, 7 gün Katedilen mesafe : 2700 km. Çekilen fotoğraf : 630 Hava sıcaklığı (gündüz) : 12-32 C En beğenilen tat : Mis Kebap - Sivas En beğenilen yer : Boğazkale Yazılıkaya, Divriği Ulucami En beğenilen yol : Sulusaray - Pazar yolu Ulaşılan en yüksek rakım : 1950 mt. Ortalama yakıt tüketimi : 7 lt / 100 km. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 9 Ekim 2013 Yazar Paylaş 9 Ekim 2013 Antalya - Isparta Bu sene yaz sonu gezimizi güneybatıda yapalım dedik. Sabah erkenden yola çıkıyoruz. Klasik İstanbul->Antalya rotasını izlerken Burdur'da ayrılıp Fethiye tabelalarını izliyoruz. Sıcaklık iç kesimlerde de İstanbul'da olduğu gibi 15 C civarında seyrediyor, sahile yaklaştıkça yavaşça artıyor. Karabel geçidi gibi pek de yüksek rakımlı olmayan güzel yollardan geçiyoruz. Bir kaç molayla birlikte 11 saat süren yolculuğumuz 850 km. sonunda Kaş'ta son buluyor. Ferah otel'e yerleşip bir şeyler yemek için sahile iniyorum. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 9 Ekim 2013 Yazar Paylaş 9 Ekim 2013 2. gün : Xanthos - Pınara - Patara Sabah kahvaltısı ve erkenden yola çıkış. Bugün program yoğun gibi görünüyor. Benzin ikmali yapıyoruz, lastiklerin basıncı düşüktü onları ayarlıyoruz. Kaş'tan çıkarken bir poz alıyoruz. Kalkan yönünde ilerlerken Kaputaş plajının yanından geçiyoruz. Virajlı sahil yolundan ilerleyip bir süre sonra iç kesime ayrılıyoruz. Önce Likya uygarlığının önemli kentlerinden Xanthos'a uğruyoruz. Likya'lılar özgürlüğüne çok düşkünlermiş, bu kent MÖ 540 yılında saldırıya uğradığında kentliler dayanamayacaklarını anlayınca kadınları ve çocuklarını tepeye çıkarıp şehri ateşe vermişler. Harpyler Anıtı. Tepesindeki kabartma kısmı (ve buradaki çoğu eser) İngiliz'ler tarafından götürülmüş olduğundan alçıdan yapılmış kopyası yer almakta. Bu mezar anıtının içinde küçük bir mezar da bulunuyor. Tiyatro. Roma caddesi ve sütun payelerinin bazı parçaları.Bu lahit mezarlardan çevrede çokça var.Daha üst tarafta ise nekropol denen mezarlık alanı bulunuyor. Bizans kilise kalıntılarındaki mozaiklerin üstü zarar görmesin diye kapatılmış. Erimiş çikolatayı geri döndürme çabaları Xanthos'u bitirip Pınara'ya doğru devam ediyoruz. Minare köyünü geçip nar bahçelerini takip ediyoruz. Yol oldukça kötü.Giriş yerine varıp gümüşaslanı otoparka bırakıyorum. Ormanın içine girip kısa bir yürüyüşle tepelerin yamaçlarına oyulmuş kaya mezarlarına varıyorum.Aslında büyük bir kent olan Pınara'dan günümüze kalanlar oldukça geniş bir alana yayılmış ve otların ormanın içinde kaybolmuş.Çobanların yaktığı ateşler yüzünden içerisi harap olmuş.Tiyatro ve lahit mezar. Tabelalar çok bilgilendirici Daha sonra yola devam edip Patara sapağından içeri giriyoruz. Bolu'lu ustada yemek molası verip Patara antik şehri ve plajına giriyoruz. Girişte bulunan bu tak, koruyucu ve karşılayıcı bir görüntüye sahip. Az aşağıda büyük bir de hamam bulunuyor. Hypocaust (yerden ısıtma) sistemi kullanılan hamamda soğuk/ılık/sıcak bölümleri bulunmakta. Hemen yanında bulunan Leto hurmalığı. Efsaneye göre Zeus'un oğlu Apollon'u Leto burada doğurmuş. Biraz ilerleyip tiyatro yapısına gelelim. Alışılmışın dışında tiyatronun en üstünde bir de tapınak bulunuyor. Bu sırada önde gelenler oturuyormuş. Likya birliğinin meclis binası. Bu bina TBMM tarafından restore edilmiş.Girişte birliğin onurlandırma yazıları sıralanmış.Yaklaşık 1400 kişilik binada, oturma sıralarının ortasında meclis başkanı için ayrı bir yer bulunuyor. Devam ediyoruz. Ana caddenin yaklaşık 100 metre kadarı çıkarılabilmiş geri kalanı tahrip olmuş. Altında kanalizasyon sistemi de bulunuyor, sağlı sollu Ion başlıklı sütunlar bulunuyor.1 km kadar ileride de MS 65 yılına tarihlenen deniz feneri kalıntısı bulunuyor.26 mt. yükseklik, 6 mt. çapındaki fener kulesinin üstünde bulunan yazıttan bir parça.Oldukça dayanıklı inşa edilen fener 1481 depreminde yıkılmış. Güneş batmak üzere. Günü noktalıyorum. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 10 Ekim 2013 Yazar Paylaş 10 Ekim 2013 3. gün : Simena Bugün biraz otelde oyalanıp öğleden sonra yola çıkıyorum. Sıcaklık 28 C civarlarında. Önce Phellos ve Isında antik kentlerine gitmeye niyetleniyorum ancak araçla gidildikten sonra epey yürüyüş mesafesi olduğundan ve rehber gerektiğinden vazgeçiyorum. Daha önceki gezimde Üçağız'dan tekne kiralayıp civarı denizden turlamıştım. Bu sefer Üçağız'dan ara bir yolla Simena kalesine gitmeyi hedefledim. Bozuk yoldan bir kaç km. gittikten sonra yolun bittiği noktaya geldik. Burada gümüşaslanı bırakıyorum. 15 dk.'lık bir tırmanışla kaleye çıkabileceğim söylendi. Güneş alçalıyor, gün batımını yakalayabilmem için fazla zamanım yok. Daha önce tekneden fotoğrafladığım lahit mezarların şimdi yanındayım. Bu lahit mezarların içi genellikle iki katlı olup alttaki kaide kısmında ölen kişinin hizmetkarları gömülüyormuş. Sonradan nasıl ekliyorlarsa bilemiyorum artık. Keçilerini otlatan çoban dedenin peşisıra kale girişine ilerliyorum. Tırman tırman tırman Kalenin içinde küçük bir de tiyatro var. Hem de en manzaralısından. Batık lahit. Bu civardaki antik kentler hep suların altında kalmış. Bu civarda dalışa da izin verilmiyor zaten. Kıyıda bir çok pansiyon var, Likya turu yapan gezginlerin uğrayıp kaldıkları yerlerden birisi Simena. Güneş batmaya başladı, son bir kaç poz alıp Kaş'a geri dönüyorum. 1100. km'deyiz. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 11 Ekim 2013 Yazar Paylaş 11 Ekim 2013 4. gün : Arycanda Bugün Antalya yönüne doğru gidip Arif köyündeki Arycanda antik kentini gezeceğim. Kahvaltımı yapıp yola çıkıyorum. Oldukça virajlı yollardan geçerken bazen de güzel pozlar yakalıyorum. Finike'ye gelip te bir nar içmemek olmazdı Kıyı şeridinden ayrılıp biraz yükselmeye başlıyoruz. Arif köyü 20 km kadar içeride. Arycanda halkı zevke eğlenceye çok düşkünlermiş, Likya halkının özgürlüğü için nasıl savaştığını biliyoruz ama bunlar borç içinde yüzdüklerinden borçlarının sıfırlanması karşılığında direnmemiş ve teslim olmuşlar. Bir antik kentin refah düzeyini bir hamamının olması belirliyor. Burada 6 tane hamam var Tabii kalıntıları kısmen günümüze ulaşmış. Soğuk/ılık/sıcak alanlarının geçişlerinden biri. Kent bir dönem inanç merkezi halibe gelmiş. Oldukça geniş bir tepelık eteğine kurulan kentte bir çok kilise ve bazilika bulunuyor. Halı gibi dokunmuş çok güzel mozaik kaplamaları hemen farkedebiliyoruz. Oldukça geniş bir yamaçta olduğundan gezi parkuru yoruyor. Çamların arasından uç noktalara kadar gidiyorum. Nekropol denilen mezarlık alanda ev tipi lahitlerin güzel örneklerini bulmak mümkün. Tırman tırman buraya kadarmış, aha pilim de bitti Buranın zamanında çok şatafatlı bir dönem geçirdiği belli. Tepeden inen yollar bile işçiliği iyi yapılmış büyük mermerli ve halen ayakta. Günü yine bir ıssız adam fotosuyla sonlandırıyorum 1320 km'deyiz. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 12 Ekim 2013 Yazar Paylaş 12 Ekim 2013 5. gün : Isparta - Eğirdir Güzel Kaş günleri sona erdi. Geçen sene gezemediğim Eğirdir gölü-Isparta civarını gezmeyi düşünüyorum. Yaklaşık 350 km'lik bir yolumuz var. Navigasyon cihazı Antalya üzerinden gitmemizi öneriyor ancak gümüşaslan ve ben Fethiye tarafından daha dağlık yolları tercih ediyoruz. Yol üzerinde bir çok görebileceğimiz namazgahlardan birisi. Karabel geçidi güzel bir yer. Ben mısırımı yiyip çayımı içerken o da dinlensin. Burdur civarındaki çokça görebileceğimiz taş-mermer ocakları. Burada bir de yamaç paraşütü eğitim yeri varmış. Isparta içinden geçip Eğirdir'e devam ediyoruz. Bayramda memleketine gitmek isteyen öğrencilerden dolayı yoğun bir otobüs trafiği var. Eğirdir gölü kıyısındaki Mavi Göl Otel'e yerleşiyorum. 1700 km'deyiz. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 13 Ekim 2013 Yazar Paylaş 13 Ekim 2013 6. gün : Aya İshotya - Aya Baniya - Antiokheia Bugün biraz Isparta civarını gezeceğiz. Burdur tarafındaki Sagalassos antik kentine niyetim vardı ancak mesafe uzak olduğundan Antiokheia'yı öne aldım. Isparta yolundan ayrılıp meyve bahçelerinin arasında bir kaç kare alıyorum. Kullanılmayan bir de demiryolu geçiyor burdan. Isparta'nın içinde iki tane tarihi kilise var. Aya İshotya kilisesinin dışarıdan bir kaç görüntüsünü alıyorum. Kapalı olduğundan içeri giremedim. Rumca harflerle yazılmış olan kitabesi ve çanı Isparta müzesinde. Diğeri ise hemen yakında olan Aya Baniya. Bu kilise 1750 tarihli. Sütunları başlıklı. Dışarıdan bir kaç fotoğraf çekebiliyorum. İlginç bir detay ise tavanın ahşap olması. Öğle yemeğinden sonra geri dönüp Konya istikametine devam ediyorum. Yalvaç civarında bulunan Antiokheia antik kentini gezeceğim. Yol üzerinde yönlendirici tabela çok az bu nedenle fazla ilgi görmeyen bir yer burası. 1236 mt. irtifada kurulan kent MÖ 3.yy'da kurulduğu tahmin ediliyor. Hippodamus (ızgara) planlı bu kentte sivil ve dini bir çok yapı bulunuyor. Şehrin giriş kapısında bulunan kabartmalardan bazıları. Şehrin ve caddelerin altı kanalizasyon sistemine sahipmiş. En önemli bölümlerden biri de St. Paul bazilikası. 70x27x9 mt. boyutlarında. Mozaik vardır diye ummuştum ama göremedim, muhtemelen müzeye almışlardır. Hz. İsa'nın havarilerinden St. Paulus 3 defa buraya gelmiş ve burada yaşamış. MS 4.yy'da inşa edildiği tahmin edilen bu bazilika Anadolu'daki türünün ilk örneklerinden. Anadolu'da Hıristiyanlık'ın tanıtılmaya başlandığı, erken Hıristiyanlık döneminin ilk misyonerlerinden St. Paulus ta işte burada vaazlar vererek Hıristiyanlığı tanıtmış. Roma Hamamı. (Olduğu sanılıyor) Izgara planlı bu şehrin iki önemli caddesi kesişiyor. Bu ızgara planını Milet ve Priene'de de görmüştük. Adını da Milet'li Hippodamus'tan alıyor. Caddeler oldukça büyük ve uzun. 400 mt. Kenarlarında da dükkanlar bulunuyor. Diğer önemli bölümlerden biri de Augustus tapınağı. Tabii ki şehre hakim bir konumda. Arkadaki kayalar oyularak sütun galerisi oluşturulmuş. Tiyatrosu da var ancak pek iyi durumda değil. Yalvaç belediyesi çok güzel bir tanıtım broşürü hazırlamış, bir gün boyunca gezilebilecek yerlerin krokisi bulunuyor. Güneş batmaya başladı geri dönmem lazım. Antiokheia ve Yalvaç yolu biraz zamanımı aldı ve bir zamanlama hatası oldu. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 15 Ekim 2013 Yazar Paylaş 15 Ekim 2013 7.gün : Hızırbey camisi - Adada - Yazılı Kanyon Bugün son gün. Önce Adada sonra da Sagalassos antik kentine gitmeyi düşünüyorum. Ama önce Eğridir merkezindeki Hızırbey camisini görmeye gidiyorum. Selçuklu döneminin son zamanlarında yaptırılan bu caminin üstü topraktan düz damlıymış. Cami 1814 yılında yangında hasar görmüş, daha sonra çatısı tamir edilmiş, minaresi de hemen yanındaki Dündar Bey medresesi ile bileşen duvara alınmış. Karları atmak için açılan damdaki boşluk daha sonra kapatılmış. Yola devam ediyorum, hedefimiz Sütçüler köyü. Meyve bahçelerinin arasından devam ediyorum. Oldukça virajlı ve dar olan yol yine de çok keyifli. Burada bir de HES (Kovada gölü) bulunuyor. Adada 1888 yılında bulunmuş. Bir çok tapınak kısmen görülebilir durumda. var. Kent çok geniş bir alana yayılmış durumda. MS 2. yy.'a tarihleniyor. Bir de 3000 kişilik tiyatrosu var. Buradaki gezimi tamamladıktan sonra Sagalassos'a devam etmeye niyetim vardı. Ama sürekli yol üzerinde Yazılı Kanyon tabelasını görünce merak edip rotayı değiştiriyorum. Yolun çoğu kısmı bozuk. Genişletme çalışmaları tamamlandıktan sonra asfaltlanacakmış. Yazılı Kanyon, Çandır yakınlarında. Stabilize yolda yardıra yardıra vardık. Tabii baya acıktım. Derenin üzerine konmuş kamelyalarda yemek yiyip yürüyüş parkuru için enerji depoluyorum. Gümüşaslan da biraz dinlensin. Bir kaç köprüden geçiyoruz. 94. ağaçtayız. Daha yarıya bile gelemedik. Dere boyunca çok keyifli ilerleyen bir parkur devam ediyor. Bir süre sonra MS 50-138 yıllarında yaşamış olan filozof Epiktatos'un şiirinin yazılı olduğı kayalara varıyoruz. Parkur devam ediyor. Bakalım nereye kadar gidecek ? Bir süre sonra parkur bitiyor ve geniş bir alana gelyoruz. Sola aşağı doğru devam ettiğimde akıntıyla kayaların oyulduğu güzel mini şelaleleri görüyorum. Suyun kaynağı biraz yukarıda ve inanılmaz soğuk. Dönüş zamanı. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 10 Haziran 2014 Yazar Paylaş 10 Haziran 2014 İç Anadolu'ya Devam : Ihlara - Aksaray - Niğde Bu yaz başında Malatya'ya gitme düşüncem vardı. Malatya civarına yayılan bir rota oluşturamadığımdan şimdilik erteledim. Biraz daha iç taraflara gitmek bana daha cazip geldi. Bu yolculukta Aksaray - Niğde - Kayseri rotasını izlemeyi düşünüyorum. Bir kaç sene önce Nevşehir - Kapadokya turu yaptığımdan o bölgeye girmeyi düşünmüyorum. Haziran ayı bol sağnak yağışlı başladı, gideceğim bu bölgeler de yağışlı ve kapalı olduğundan çıkış tarihini ertelemek zorunda kaldım. Ancak durum böyle devam edince danışmanım Emmi de "çık sen gel gel" deyince çıkmaya karar veriyoruz. Bu arada gümüşaslan'ın muayenesini aradan çıkarıyoruz. Bakımı da bir aksilik olmazsa dönüşte. İstanbul - Ankara - Aksaray - Ihlara'dan başlamayı planlıyorum. Yaklaşık 700 km. yolumuz var. Bolu dağında öğle yemeği molası ve TEM'e hiç girmeden devam. Bolu, Kızılcahamam yolu çok ama çok güzel manzaraya sahip, buralarda ve Ankara çıkışında ciddi sağanak yağış vardı. Gümüşaslan'ın yeni Turanza T001'leri yağışta oldukça iyiydi. Kurtboğazı barajı ve mesire alanı'na bir göz atıp devam ediyoruz. Akar Pansiyon'a yerleşiyoruz. Şu anda tek müşteri benim. Havaların ılık olması nedeniyle Mart-Nisan aylarında beklediklerinden çok ziyaretçi olduğunu söylüyorlar. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 11 Haziran 2014 Yazar Paylaş 11 Haziran 2014 2. gün : Ihlara Vadisi - Selime Katedrali - Kızıl Kilise Sabah kahvaltısının ardından Ihlara vadisi'nin ana girişine geliyorum. Koordinatları alalım bakalım ne kadar yürüyecez ? Burada müzekartımı çıkarttıktan sonra vadiye doğru merdivenlerden inişe geçiyorum. Hasan dağının püskürmesine neden olan tektonik hareketler sonucunda oluşan 17 km'lik vadi, içindeki Melendiz çayı ile birlikte 200 metreye varan derinliklere varabiliyor. Vadi boyunca sıralanmış bir çok erken Hristiyanlık dönemi kilisesi var. MS 1. yy'da Aziz Paul ve müritleri tarafından Anadolu'da yayılan Hristiyanlık çok tanrılı Roma taraftarlarının tepkisine neden olduğundan, bu dine mensup din adamları buna benzer ulaşılması kolay olmayan yerlerde inzivaya çekilmişler. En çok ziyaret edilen Ağaçaltı kilisesi, Sümbüllü kilise ve Yılanlı kilise içinde çok zengin süslemeler bulunmakta. İsa'nın göğe yükselişi, azizler, havariler, İncil'den sahneler, vaftiz, doğum, Meryem'in ölümü gibi sahneler yer alıyor. Gezi parkurunda diğer turist gruplarıyla ilerlemeye devam ediyorum. 100 mt. kadar aşağıdayım, pek fazla yürüdüğüm de söylenemez. Mola zamanı. Ihlara oldukça uzun bir parkura sahip. Aslında girişte tersi istikamette de benzeri bir çok tarihi kilise var, hepsini gezmek istesem en az bir tam günü ayırmam gerekirdi. Tekrar yukarı çıkıp gümüşaslanı alıyorum ve Güzelyurt'a doğru hareket ediyorum. Güzelyurt'a az kala Yüksek kilise tabelasını görüp içeri dalıyorum. Bölgeye hakim bir tepede 15 mt. yüksekliğindeki bir kayanın üzerine oturtulmuş bir kilise bu. İçinde su sarnıcı, toplantı odasi ve şahane bir seyir terası bulunuyor. Eh yüksek sayılır. Bu da Yamaha Tenere'si ile Fransa'dan başlayıp Moğolistan'a giden bir endurocu Uzaktan çektiğim fotoğraflarını ileride denk geldiğimizde gösterdim, bayağı da konuşkan çıktı ayaküstü tek silindir motor muhabbeti bile yaptık. Devam ediyoruz ve Kızıl kilise'ye geldik. Renginden dolayı bu ad verilmiş, restorasyon çalışmaları sanki henüz başlamamış gibi görünüyor. Bir kaç foto alıp devam ediyoruz. Sol şeridi boşaltalım beyler Zamanımız azaldı, hava biraz kapanıyor. Selime katedraline doğru devam ediyorum. Oradan da Ihlara'ya geri döneceğim. Kapadokya bölgesinin en güzel yapılarından biri olan Selime katedrali kayalara oyulmuş yapısıyla, ilk sesli ayinin düzenlendiği, birbirine onlarca tünel ve dehlizlerle bağlı olan çok önemli bir dini merkezmiş. Aynı zamanda sur ve mevziler yapılarak savunma amaçlı da kullanılmış. Selime Sultan türbesini fotoğraflayıp aniden bastıran sağnak yağışın altında otele geri dönüyorum. 765. km'deyiz. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 12 Haziran 2014 Yazar Paylaş 12 Haziran 2014 3. gün : Sultanhanı - Ulu cami - Ağzıkarahan Kervansarayı - Alayhan - Eğri Minare camisi Sabah kahvaltıdan sonra Aksaray'a doğru yola çıkıyorum. Önce Aksaray - Konya yolundaki Sultanhanı'nı görmeye gideceğim. 1229 yılında tamamlanan bu eser I. Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmış. Bu hat ipek yolu güzergahı olduğundan 20'şer km. (bir günlük) aralıklarla irili ufaklı han ve kervansaraylar görmek mümkün, ileride bir kaç tanesine daha gideceğiz. Anadolu'daki en büyük kervansaraylarlardan birisi bu. Yine Selçuklu mimarisine özgü muhteşem süslü bezemeli bir taç kapı ile girişi var. "Elminnetu Lillah" : "Minnet sadece Allah'adır" Kışlık ve yazlık olmak üzere iki bölüm var. Sağdaki revaklı bölümler arabaların parkedilmesi için Ortadaki mescite merdivenle çıkılıyor. Sol taraftaki yolcu odalarından birisi. Kışlık bölüm de aynı şekilde, sütunlarla bölünmüş bölümler, kubbede fener yerleri var. Kenarlardaki pencerelerden ışık ve hava girişi sağlanmış. Devam ediyorum. Sıcak bastırmaya başladı. Aksaray merkezine gidiyorum. Aksaray merkezdeki Ulu cami'ye taç kapıdan giriyorum. Allah'ın isimleri bütün lambalara yazılmış. Minber abanoz ağacından yapılmış, üzerinde geometrik desenler, güneş sistemi, dualar ve ayetler işlenmiş. Bir kaç çay içip az arkadaki Eğri minare cami'sine (1221-1236) gidiyorum, kapı kapalı olduğundan giremedim. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 12 Haziran 2014 Yazar Paylaş 12 Haziran 2014 Aksaray'dan ayrılıp, Nevşehir yoluna devam ediyorum. Benzin ikmali, yemek vs. Ağzıkarahan kervansarayı 1231 (1. Alaaddin Keykubat dönemi) tarihli, Sultanhan ile aynı karakteristik özellikleri gösteriyor. Giriş ücretli. Restorasyon çalışmaları devam ediyor, fotolardan farkları göreceksiniz. Bir kaç çay içip az arkadaki Eğri minare cami'sine (1221-1236) gidiyorum, kapı kapalı olduğundan giremedim. Burdan çıktıktan sonra yine aynı istikamette devam ediyorum, arada Tepesidelik Han'ın yanından geçiyorum, Alayhan tabelasından içeri dönüyorum. Eski karayolunun yanındaymış. Yol aniden bitiveriyor. Giriş kapısındaki süslemeler. Kilitli olduğundan giremedim. Restorasyon çalışmaları devam ediyor. Geri dönüşte ana yoldan sapıp biraz devam ediyorum. Güneş batıyor, artık dönüş zamanı. 1035. km'deyiz. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 13 Haziran 2014 Yazar Paylaş 13 Haziran 2014 4. gün : Sungur Bey camisi - Alaaddin camisi - Gümüşler Manastırı Bugün Niğde'ye geçip bir kaç yeri görmeyi planlıyorum. Zaman olursa Aladağ'ları da göresim var. Ihlara'dan hareket edip köyleri geçmeye başlıyoruz. Azatlı göleti. Gerçekten de burası fena esiyor. İrtifanın da etkisiyle ısı 10 derece kadar düşmüş durumda. İlk geldiğim yer Sungur Bey camisi. 1335 yılında (İlhanlılar) Niğde Valisi Sungur Ağa tarafından yaptırılmış. Malesef bakımsızlıktan sağı solu dökülüyor. Girişteki taç kapı çok güzel süslemelere sahip. İçeride ise Selçuklu tarzından farklı bir yapıyla karşılaşıyorum. Sütun başlıkları Ion tarzını hatırlatıyor, mihrap da çok zengin süslemelere sahip. İçerideki pencerelerin çoğu zamanla kapatıldığından ışık oldukça az. Kuzey girişindeki kapı ve süslemelerine bir örnek. Buradaki gezimi tamamlıyorum, sırada neresi var ? Rotada küçük bir hata oldu galiba . Az ilerideki Niğde kalesine çıkıp burada bulunan Alaaddin camii'ni görmeye gidelim. 1223 tarihli yapıda trakit taşı kullanılmış. Orjinalliğini büyük ölçüde korumuş. Minber de aynı taştan yapılmış. Buranın aydınlatması bu sayede güzel. Güzel bir atmosferi var. Fotoğraf makinam elimden kaydı yerde bir kaç defa zıpladı umarım beni yarı yolda bırakmaz. Bu arada yeni makinam bazen "pil boş" uyarısıyla açılmıyor. Biraz araştırdım üretim hatasıymış, servise gitmesi gerekecek, umarım düzeltirler. Burayı da bitirip Gümüşler manastırına doğru yola çıkıyorum. Merkeze pek uzakta değil. Kapadokya'da gördüğümüz diğer manastırlardan farklı yönleri var. 11. yy'da yapıldığı sanılıyor. Kuzey kapısından içeri kiliseye girdiğinizde benzersiz duvar süslemeleri şaşırtıyor. İçerdeki başka bir odadan yukarıya çıkıyorum, duvardaki etkileyici savaş sahnesi biraz zarar görmüş. Manastır her iki yönde de uzayıp gidiyor, oldukça geniş bir alana yayılmış. Açık avlulu manastır türünün ilginç örneklerindenmiş. Yaklaşık 20 mt. kadar aşağıda avlu bulunuyor. Şarap küpleri. Bir sürü odaya açılan kapılar var bazılarının işlevi bilinmiyormuş. Meryem ana'nın bu pozu bir çok kilisede var ancak bunda diğerlerinden farklı olarak gülümsüyor. Kilise süslemelerinde en az üç farklı ustanın çalıştığı sanılıyor. Altta ise su deposu varmış, ama adak kuyusuna dönmüş. Virajlı köy yolları biraz yordu. Şimdi çay içip dinlenme zamanı. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 14 Haziran 2014 Yazar Paylaş 14 Haziran 2014 5. gün : Aladağ'lar - Tyana su kemerleri Bugün tekrar Niğde tarafına geçip Aladağ'ları, Tyana su kemerlerini görmeyi planlıyorum. Ihlara'nın her yönden bütün köy yollarını ezberlemek üzereyim artık çobanlık yapmaya hazırım Bu sefer Çamardı istikametine doğru devam ediyorum. Yolumun üzerindeki Göllüdağ tabelasını görüp az ilerideki yolun bittiği köye varıyorum. Tepeye iyice bozulduğundan arabayla çıkılamayacağını ancak traktörle gidilebileceğini söylüyorlar. Ben yine de devam ediyorum, en fazla 2 km'lik bir dağ yolu gibi görünüyor, ancak ileride su taşkını nedeniyle iyice harap olmuş toprak yolu görünce riske girmeyip geri dönmek zorunda kalıyorum. Bir traktörle gitmek istedim ancak şöförü abartıp önce 150 lira isteyip sonra 100 liraya düşünce gitmekten vazgeçiyorum. Çamardı yolu gayet iyi. Aladağ'lar ülkemizde dağcılığa merak saranların okulu gibi. Demizkazık köyüne gelip burdan farklı rotalardan tırmanan dağcılar, trekkingcilerle dolup taşıyor. İrtifa yüksek olduğundan beklediğim ormanlı bir görüntüyle karşılaşamadım. Yol bir süre sonra bitiyor. Burada bir de dağ evi bulunuyor. Onun arkasındaki toprak yolu görünce "bakalım nereye kadar çıkacak" diyip gümüşaslanı yola sokuyorum. O zaten bu duruma alışkın Tırmanışçılar bu yolu traktörlerle eşyalarını yukarıya kamp alanına götürmek için kullanıyorlarmış. Dağcılık federasyonunun organizasyonu var, kamp kurmuşlar. Buradan Niğde'ye doğru hareket ediyorum. Bişeyler yiyip Hüdavent Hatun türbesinin yanında gölgelikte çayımı içip güneşin kızgınlığının geçmesini bekliyorum. Selçuklu sultanı Rükneddin Kılıçaslanın kızı Hüdavent Hatun tarafından 1312'de yaptırılmış bu türbe yine geleneksel Selçuklu tipi taş süslemelerini barındırıyor. Sekizgen formlu ve kesme taşlarla yapılmış. Bazı kısımlarında beyaz mermer kullanılmış. Kemerhisar'a doğru devam ediyoruz. Roma havuzunda suyun birikiyor ve güneybatı ucundaki kemerler vasıtasıyla şehre aktarıyor. İleride kazı yapılarak çıkarılacakmış. Bugün sabah çıkarken hafıza kartını laptopta unutmuşum. Teybin 2 GB'lik kartıyla idare ediyorum. Sadece 1.5 dakikalık boş hafıza kalmış. Tyana su kemerleri yol boyunca devam ediyor. Aparatı cama tutturup yolun boşalmasını bekleyip en baştan video çekimine başlıyorum. Malesef bir süre sonra aparat camdan makinayla beraber düşüyor, canon yine asfaltın üzerinde zıplıyor. "Bu sefer kesin gitti" diye düşünürken, makina "lens error restart the machine" uyarılarıyla açılmamakta direniyor. Sinirlenmemeye çalışarak eğik duran lensi kanırtıp düzeltiyorum sürekli deneyerek açmayı başarıyorum. Yepyeni makinanın her tarafı yara bere içinde mundar oldu alet . Güneş batmaya başladı, otele doğru yola çıkıyorum. Navigasyonda böyle rota ayarı yaparsan gittiğin yolun da böyle olması normal Bu sefer da bambaşka köy yollarından otele varıyorum. Yarın dönüş başlıyor. Güzel ve çok keyifli bir yolculuk oldu, ciddi bir sorun yaşamadım. Isının gece 10 derece olduğu, battaniyelerle uyuduğum yerlerden, Istanbul'a 25 dereceye gelince hemen alışamadım. Süre : 5 gece Katedilen mesafe : 2300 km. Çekilen fotoğraf : 460 Hava sıcaklığı (gündüz) : 28 C En beğenilen tat : Damak Lahmacun - Niğde En beğenilen yer : Sultanhan - Aksaray, Ulucami - Niğde, Gümüşler Manastırı - Niğde En beğenilen yol : Çiftlik köyü - Ihlara yolu Ulaşılan en yüksek rakım : 2180 mt. Ortalama yakıt tüketimi : 6.7 lt / 100 km. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 24 Haziran 2014 Yazar Paylaş 24 Haziran 2014 Bursa ve yeni Uludağ teleferik Ramazan öncesi günübirlik bir gezi yapalım dedik ve gümüşaslanın daha tozunu almadan yeniden yollara düştük. Pendik-Yalova feribotu 90, Eskihisar arabalı vapuru 60 lira olunca haliyle 25 km. fazla yol yaparak vapura yöneldik. Yoldu vapurdu kısmını geçiyorum, zaten Eskihisar yolunun nesini anlatıcam. Yalova'dan çıktıktan sonra Sepetçioğlu'nda kahvaltıdan sonra devam ediyoruz. Bursa'ya girip Teleferik tabelalarını izliyoruz ve tepedeki mahalleye çıkıyoruz. Yeni açılışı yapılan teleferik tesisleri tamamen yenilenmiş ancak hala tamamlanmamış kısımlar var. Buradan kişi başı 20 TL ödeyerek gidiş/dönüş biletimizi alıyoruz. Hoşçakal, sen biraz dinlen ben geri dönücem. Yaklaşık 500 mt. irtifadaki Teferrüç noktasından hareket ediyoruz. Şehir yavaşça küçülmeye başladı. Daha önce 40 kişilik tek kabinle çalışan teleferik sistemi kaldırılmış. Emektarı kenara almışlar. Yeni teleferikte 8 kişilik minik kabinler var. Küçük pencereleri bulunan kabinlerin kapıları istasyona girdiğinde otomatik olarak açılıp kapanarak iniş-binişe izin veriyor. Kabinlerde aydınlatma yok, dış tarafında kayak takma aparatı var. Koltuk ısıtma opsiyonu da varmış bunların. Saat 22'ye kadar çalışacak kabinlerde aydınlatma olmalıydı diye düşünüyorum. Teleferik buradan oteller bölgesine kadar uzatılacakmış bunlar da yakında halata bağlanmayı bekliyor. 12 dakika kadar sonra 1635 mt. irtifadaki Sarıalan'a varıyoruz. Buradan dönemlik olarak kiralanabilen yeni ağaç evler inşa ediliyor. Bir kaç tane restoran ve dükkanın arasından devam ederek az ilerideki yaylaya doğru yürüyüşe başlıyorum. Burada atv, segway ya da bisiklet kiralamanız da mümkün. Burdaki çam kokusunu başka hiç bir yerde bulamazsınız. Gezimizi tamamlayıp inişe geçiyoruz. Çıkış daha keyifliydi yahu. Bursa'ya gelince herkes iskender yemek ister ama ben tercihimi pideli köfteden yana kullanıyorum. Kapalıçarşı'daki Özlenen'de pideli köfteden sonra, Koza Han'da çay içmeden olmaz. Hava kapanıyor artık dönüş zamanı. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 28 Ekim 2014 Yazar Paylaş 28 Ekim 2014 Bozcaada Bursa Oylat Kaplıcası Ve Şelalesi Bu sefer de çok uzun süredir görmediğim Oylat tarafına gideceğim. İstanbuldan yaklaşık karayolu ile 250 km. uzakta bulunan Oylat'a Bursa - İnegöl üzerinden gidilebiliyor. Oylat tabelasından döndüğünüzde çok iyi bir yolla ulaşabiliyorsunuz. Küçük bir alanda bir kaç tane kaplıcalı otel, yerel üretim meyve sebze kuru yemiş vb. satıldığı küçük bir pazar bulunuyor. Aracınızı girişteki otoparka bırakmanız gerekecek. Otellerde kalmanız için önceden rezervasyon gerekli. Girişteki sosyal tesislerde piknik yapabileceğiniz kamelyalar da bulunmakta. Manzara müthiş. Oylat mağarasının girişi, zaman yetmeyeceğinden buraya girmedim ama siz mutlaka gezin. Ekipman olmadan bu kadar tırmanabiliyorum, imkansızlık işte. Asıl macera şelale yolunda. Pek düzgün olmayan 800 metrelik parkur yağan yağmur nedeniyle iyice kaygan bir hale gelmiş. Buralar çok yüksek değil irtifa 800 mt. civarlarında. Çok yoruldum bi çayı da hakkettim di mi ? Odun ateşinde pişen kahveye de doyum olmaz. Artık dönüş zamanı. Yorum bağlantısı
Recommended Posts