Selçuk Keleş 26 Eylül 2008 Paylaş 26 Eylül 2008 24 Kasım 2000 tarihinde 16 milyon liraya aldım. Çin mavisi, düz vites, ST donanım, opsiyonel alaşım jantlar var. Klima dijital, aynalar ısıtmalı. 2 lt., benzinli, EW10J4 kodlu motor, 136 HP güç ve 210 nm torka sahip. Tüketimi şehir içi 10-11 lt., şehirler arası 7 lt. civarlarında. Konforu eşsiz. Temsili foto : 2002 : Farları didiklemeye başlamıştık, xenon kit denemeleri, duvar ve karşılaştırma fotoları. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 22 Ocak 2009 Yazar Paylaş 22 Ocak 2009 2002-2003 - Karadeniz yolculuğumuz 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 22 Ocak 2009 Yazar Paylaş 22 Ocak 2009 2003 : JBL bass, Kicker sub montajı İlk motor temizliğimiz : 2004 Amasra 2004 Samandere 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 22 Ocak 2009 Yazar Paylaş 22 Ocak 2009 2005-2006 Eski teypten kurtuluyoruz Hella H7 mercek montajı Cunda, Ayvalık, Küçükkuyu, Assos İznik Cumalıkızık 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 28 Temmuz 2009 Yazar Paylaş 28 Temmuz 2009 2007 Uludağ Güzeldere Çanakkale Abant 2008 - 2009 Hella D2S kısa, H9 Uzun, Led montajımız 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 13 Ağustos 2009 Yazar Paylaş 13 Ağustos 2009 Nevşehir - Mersin Bu sene tatil için Kapadokya'ya gitmeye karar verdim. Oraya arabayla gidip bir tur şirketinin rehberliğinde gezmek daha kolay olacaktı. Bölgede bir çok yerel tur şirketi var, iki-üç gün arasında değişen günlük turlarda sabah sizi otelden alıp rehber eşliğinde görülebilecek yerleri geziyorsunuz ve yine otelinize bırakılıyorsunuz. Farklı bir otel ortamını denemek isteyenler biraz yüksek fiyatını gözönünde bulundurarak cave room (mağara oda) tipi otelleri tercih edebilirler. Ben HTR Tur firmasını ve Cappadocia Palace otelini tercih ettim. Daha doğrusu Emmi böyle uygun gördü Sıcak bir yaz günü sabahı Istanbul'dan yola çıkıyorum, otoyolla Ankara'ya ordan da Aksaray yolu üzerinden Nevşehir'i hedefliyorum. Yaklaşık 700 km. yolumuz var. Özellikle Ankara-Aksaray arasında bir çok yerde radar kontrolü var o nedenle hızlı gitmemek gerekiyor. Aksaray-Nevşehir arasındaki yol ise çok güzel. Toplam 9 saat kadar sonra Nevşehir'e varıyorum, girişteki şehitlikte Özyürek'i beklerken bir kaç poz alıyorum. Kısa bir sohbetten sonra mondeo rehberliğinde yemek yiyeceğimiz yere hareket ediyoruz. Daha sonra ayrılarak ben Ürgüp'e devam ederek otele yerleşiyorum. Turun ilk günü. Grupla birlikte Paşabağ'dayız. Her taraf ilginç bir tüf oluşumu gözünüzü nereye çevirirseniz farklı bir oluşum hikayesi var. Şapkamı otelde unutmuşum Çömlek yapımını izliyoruz, yerin altında bulunan (resimde havalandırma tüneli görünüyor) showroom'un ısısı yaz-kış hep aynıymış. Bugünkü grupta hep yabancı anne-kız kadrosu var. E ben de bekar olduğumdan fazla yaklaşmadan geriden geriden izliyorum Göreme Açık hava müzesinde bir çok manastır bulunuyor içerdeki freskler görmeye değer. Panoramik alan'dan bölgeyi izleyebiliyor ve güzel resimler çekebiliyorsunuz. Birinci tur günü bitti, ama gün bitmedi. Arabaya atlıyor kızıl vadi'ye (günbatımı vadisi) doğru yola çıkıyorum. Yolda Belçika'lı bi çifti sıcaktan erimiş vaziyette yürür halde görüp onları da alıyorum rotayı değiştirip onları Uçhisar'a bırakıyorum. Uçhisar Kalesi'nde akşam yemeği molasının ardından meşhur Niğde gazozunu tadıyorum. Daha sonra kızıl vadiye doğru tekrar yola çıkıyorum. Gün batımı için erken olduğundan arabayı bırakıp patikadan aşağıya inmeye başlıyorum ve bölgeyi biraz daha geziyorum. Normalde bu mevsimde yağış nadiren görülürken benim şansıma sadece ilk gün güneşliydi. Diğer günler kapalı bir hava ve kısmen yağmurluydu. Yağmur tur yürüyüşlerini pek etkilemedi hatta bazen macera haline bile getirdi diyebilirim. İkinci günde Derinkuyu yeraltı şehrini geziyoruz. Düşmanlardan korunmak amacıyla yapılan bu şehirlerin tünellerle birbirine kilometrelerce bağlantıları var. Bir çok katlar halinde inşa edilmiş su ve hava temini için tüneller açılmış. Daha sonra bir halı dokuma fabrikasını geziyoruz, pamuk ipliğinin nasıl elde edildiğini de görüyoruz. Köylülerden birinin köpeği Şakir'i de resimliyoruz. 3. gün hafif yağmurlu yine. Panoramik yerlerde ve Ihlara vadisinde yürüyüş yapıyor, bol bol resim çekiyoruz. Bu günkü grubumuz yine yabancı turistlerden oluşuyor ama ilginç tipler olduğundan oldukça neşeli bir gün geçiriyoruz. 3. günün sonunda Emmi yine beni rahat bırakmayıp şurayı da görmemişindir burayı da görmen lazım diyerek zorla gezdiriyor. Bedava akşam yemeğini riske etmemek için pek sesimi çıkarmıyorum Avanos gerçekten güzel bir yerdi. Burdaki gezimizi tamamladıktan sonra Mersin'e inmeye karar veriyorum. Yaklaşık 300 km yolumuz var. Epey bi kısmı otoyolda gidiliyor, ne kadar çok tünel varmış bu yolda! Serin havadan 36 dereceye gelince hafif bi mayışma oluyo haliyle. Mersin-Silifke yolunda 60.km'de kızkalesine gittim önce. Kızkalesine deniz bisikleti ile kendiniz de gidebiliyorsunuz, kıyıya yakın zaten. İçinde pek ilginç bişey olmadığı söylendi. Gündüz kaleye git gel yapan motorlar var. Gece kaleyi dolaşan mehtap seferleri var, kişi başı 15 TL civarında. Civardaki koyları gezdiren motorlar da var kişi başı 80 TL civarında. Mersin'in sahil yolundan bir görüntü. Mersin-Silifke yolunda 80.km'de Cennet-Cehennem mağaraları mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi. Giriş paralı, inişi çıkışı biraz zor ama kesinlikle değer. Mağaranın içi klimalı gibi insan yukarı çıkmak istemiyor. Burdaki gezintimizi de tamamladıktan sonra geri dönüşe başlıyoruz. Yaklaşık 1000 km. kadar yol 10 saat sonra İstanbul'da noktalanıyor. Toplam 2000 km kadar yol katetmişim. Tüketim : 8 lt /100 km. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 15 Ekim 2009 Yazar Paylaş 15 Ekim 2009 Antalya Akdeniz şeridi boyunca özellikle merak ettiğim antik şehirleri gezmek için bölgedeki yerel tur firmalarıyla yaptığım görüşmelerden düzgün bir plan oluşturamayacaklarını (genelde animasyon türü şeylerin peşindeler) anlayınca kendi planımı oluşturarak yola çıkmaya karar verdim. İlk günümde, İstanbul'da başlayan yolculuğum Bilecik->Kütahya->Afyonkarahisar->Burdur istikametinde yaklaşık 8 saat sürdü. Meteoroloji iç taraflarda yağmur olabileceğini belirtmişti ancak yol boyunca hava sürekli güneşliydi. Antalya merkezli olmak üzere, batıda Kaş'a kadar, doğuda Alanya'ya kadarki mesafede gezmeyi öngördüm. Güne iyi başlamak için kahvaltı şart 2. gün : Phaselis - Çıralı - Yanartaş - Tahtalı Teleferik Gece Antalya'da kaldıktan sonra ikinci gündeyiz. Yolda kahvaltı ederim düşüncesiyle Kemer istikametine doğru yola çıkıyorum, ancak bişeyler yemeye fırsat bulamadan "Tahtalı Teleferik 2365 m." istasyonu tabelasını görüp içeri dalıyorum. Bagajda bulundurduğum abur cuburlarla kahvaltıyı geçiştirmek zorundayım. Yukarıda başımıza ne geleceği belli olmaz. Tesis 2007'de açılmış, yaklaşık 10 dakikada sizi 726 metrede bindiğiniz istasyondan 2365 metredeki zirveye 4.3 km.'lik bir hattı izleyerek çıkarıyor. Her yarım saatte bir sefer yapılıyor, kişi başına gidiş-dönüş ücreti 40 TL. Oldukça hızlı hareket eden 80 kişilik kabinde giderken birdenbire etrafınızdaki arazi dokusunun değiştiğini görmek çok ilginç. Bir süre sonra bulutlar kaplıyor ortalığı ve ağaçlar yerini kurak dağlık araziye bırakıyor. Şanslı olanlar buralarda dağ keçisi bile görebilirler. Zirvedeki seyir alanında dört bir tarafı bulutların üzerinden izleyebiliyorsunuz. Isı biraz düşüyor tabii. Burdaki aksiyonumuzu tamamlayıp sonra, Kumluca yönüne devam ediyorum ve "Phaselis" tabelasından içeri dalıyorum. Giriş ücretli, aldığım broşür ve kroki doğrultusunda antik şehri geziyorum. Rodos'luların kurduğu bu şehir uzun süre Likya'lılarca liman olarak kullanılmış. Küçük bir tiyatro, hamam, agora (çarşı vs.), surlar ve caddeleri var. Tur yapan yatların durduğu koy çok güzel, bu esnada çok hafif yağmur çiseliyor. Bu caddeyi çok sevdim. Sabah kahvaltısını salladık bari öğle yemeği güzel olsun di mi ? Yol kenarında bulunan şelale üstüne platformlarla kurulan restoranların birinde yemek yedikten sonra tekrar hareket ediyorum. Kumluca yönüne devam edip Çıralı köyünü geçtikten sonra "Yanartaş" denen yere geliyorum. Park yerine arabayı bırakıp giriş ücretini ödedikten sonra 20 dk. kadar büyük taşlı basamakları olan yolu çıkmak gerekiyor. Bazı taşların arasından çıkan ateş sucuk pişirebilecek kadar güçlü ama çevirme yapamazsınız hatta bazılarını taşlarla kapatmışlar. Yanan gazın içeriği oldukça zengin hatırlamıyorum gidince yerinde okursunuz artık. Makinanın bataryası bittiğinden bi çiftten ödünç aldığım makinaya kendi kartımı takıp bir kaç poz alıyorum. Hava kararmaya başladığından Antalya'ya geri dönüyorum. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 15 Ekim 2009 Yazar Paylaş 15 Ekim 2009 3. gün : Olimpos - Gelidonya Feneri Üçüncü günümüzde ise yine adetten olduğu üzere güzel bir kahvaltıyla başlıyorum, dere yanına kurulan bu güzel restoranda harika bir kahvaltı yapıp nerelere gideceğimi gezi rehberimde gözden geçiriyorum. Olimpos!a geldim Salaş, ağaç ev-bungalov tipinde kalacak yerler bulunuyor, kafa dinlemek için ideal. Tabii ben buraya kafa dinlemeye gelmediğimden giriş ücretini ödeyip ören yerine giriyorum. Çift katlı sırayla düzenlenmiş yüzlerce mezar, tapınak, hamam ve lahitleri gezmek epey zamanımı alıyor. Nehrin iki tarafına uzunlamasına yayılmış olan bu şehir korsanlara uzun süre ev sahipliği yapmış. Medusa ve ben Burdaki gezimizi bitirdikten sonra Taşlık burnundaki Gelidonya fenerini görmek için Kumluca'nın 100 metrede bir hız kesme tümseği olan yollarından çıkıp Karaöz köyüne devam ediyorum. Yolun ters tarafına neye bakıyosam artık Köyden devam eden 30 dk. kadar çok bozuk bir stabilize yolu var arabasını çok sevenlere burayı pek öneremeyeceğim Yol bittiğinde arabayı bırakıyorum. Orda fenere gitmeye hazırlanan bir grupla birlikte onların bildikleri ara yolu kullanarak asıl patikaya ulaşıyoruz. 30 dak kadar süren yorucu çıkıştan sonra 1936 yapımı fenere varıyorum, 3 tarafı gören çok güzel bir manzarası var. Ancak güneş batmak üzere ve zamanım azalıyor. Gençler orda dolunayı seyretmek için kaldılar ama ben dönmek zorundayım. Gelişte kullandığımız ara yolu bilmediğimden normal patika yolunu kullanmam gerekiyor. Bu patika arabayı bıraktığım noktaya ulaşmıyormuş yamacın üstlerinden devam edip çok ileriye birleşiyormuş. Hava iyice karardı, sık bir ormanda aşağıdaki yolu ve arabayı görmeye çalışarak devam ediyorum. Nihayet arada arabayı görür gibi oldum. Yamaç aşağı iniş için kurumuş minik bir dere yatağını kullanmayı tercih ediyorum. Toz toprak diken çalı güç bela indim, az da olsa kendimi trekkingci gibi hissettim Güneşin batışı çok güzeldi. Geceyi Kaş'ta geçirmeye karar verip Karaöz'den ayrılıyorum. Yol oldukça keskin virajlı ama xenonlarım da oldukça iyi. Kaş güzel bir yer limanda dolaşıp bişeyler yedikten sonra otele dönüyorum. Bugün baya yoruldum fazla oyalanmadan uyumak istiyorum artık. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 15 Ekim 2009 Yazar Paylaş 15 Ekim 2009 4. gün : Kekova - Simena - Myra - Demre Otelde kahvaltımı yaparken bir yandan da otel sahibiyle civardaki yerlerle ilgili bilgi alıyorum. Kara yoluyla gidilemeyen Kekova ve Simena antik şehrini görebilmek için Üçağız'ı hedefliyorum. Kaş'tan da günübirlik tekne turlarının da yapıldığı bu koyları gezmek için Üçağız'da bir tekne kiralıyorum. Kaptanın rehberliğinde koyları gezimiz başlıyor. Buraya kanoyla gelinen turlar da var. Tekne gezimiz bittikten sonra tekrar yola çıkıp Demre'de bulunan yine bir Likya antik şehri olan Myra'ya ulaşıyorum. Dağın içine oyulmuş olan kaya mezarlara (nekropol) giriş kapalı. Ortası kaybolmuş bunun, uymuyo ama benimle idare edin artık Tiyatro oldukça iyi görünüyor, hamam ve tapınağa ait diğer kalıntılar. Mezarlardaki işçilik harika. Daha sonra St. Nicholas (Noel Baba) müzesini gezip Antalya'ya dönüyorum. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 15 Ekim 2009 Yazar Paylaş 15 Ekim 2009 5. gün : Karain Mağarası - Termessos İlk durağım Korkuteli yolu üzerinde sapağı bulunan "Karain" mağarası. Anadolu'da bilinen en eski insan kalıntılarının bulunduğu ve onbinlerce yıllık geçmişi olan bu mağaradan çıkarılanlar Antalya müzesinde sergileniyor. Hava bugün de oldukça sıcak. Biraz yükselip nefes almak lazım. Karain yolundan çıkıyorum. Tersi istikametteki Termessos milli parkına giriyorum. Antik şehre milli parktan 9 km.lik bir yolla çıkılarak ulaşılabiliyor. Çok harika ve yoğun bir bitki örtüsüne sahip olan parkta inanılmaz güzel kokan çiçekler bulunuyor, koklamaya doyamıyorsunuz. Otoparka girip, giriş ücretini ödedikten sonra dik bir patika yoldan gezintimize başlıyoruz. Bu kent Roma ya da Yunanlıklar tarafından değil Solymn'ler tarafından kurulmuş. Oldukça iyi durumda kalmış olan tiyatroya geliyorum. Bu tiyatro Helenistik dönemde yapılmış Roma döneminde tamir edilmiş. Aynı şekilde burda da kaya mezarlar bulunuyor, lahitler malesef zarar görmekten kurtulamamış. Patika yol diğer taraftan yine sizi otoparka getiriyor. Antalya içinde biraz gezdikten sonra yuvaya dönüyorum. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 15 Ekim 2009 Yazar Paylaş 15 Ekim 2009 6. gün : Kurşunlu Şelalesi - Silyon - Perge Sabah Alanya yönüne doğru yola çıkmışken yolda "Kurşunlu Şelalesi" tabelasını görünce karar değiştirip içeri dalıyorum. Ara mesafesi yakın sayılır. Gerçekten güzel bir görüntü sunan şelale dışında oldukça geniş ve serin bir piknik alanı da var. Ani değişiklikten dolayı kahvaltı için yine bagaja yöneliyoruz, yöneliyoruz dedim çünkü başka misafirlerimiz de var. 33. km'de Silyon tabelasını görüp içeri dalıyorum. Girişteki çay bahçesinde o ve ben dinleniyoruz. Silyon elden geçirilmemiş bir yer ve baya el değiştirmiş. Roma, Bizans, Yunan ve Selçuklu'ların kalıntıları bulunmakta. Daha önce orda çobanlık yapan Fazlı amcayı rehber olarak tutup gezmeye başlıyorum. Kent, çok geniş bir alana yayılmış. Burayı bitirdikten az devam edip Aksu civarındaki önemli bir Pamfilya antik kentine geliyorum : Perge. Roma ve Yunanlıların dönemine ait kalıntılar bulunuyor. Oldukça büyük bir agorası bulunan Perge'de daha çok Roma-Yunan dönemi kalıntıları göze çarpıyor. Kare formdaki agoranın dışında dükkanlar sıralanmış. Yerde mozaikler var ama zarar görmemesi için özel bir kumla kapatılmış. Hamam oldukça büyük, buluşma vb. amaçla da kullanılırmış. Bugün hava çok sıcak, serin bir köşe buldum, kafama taş düşmez inşallah. Perge'yi bitirip Alanya yönünde devam ediyorum. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 15 Ekim 2009 Yazar Paylaş 15 Ekim 2009 7. gün : Uçansu Şelalesi - Köprülü Kanyon - Selge Yine kahvaltıdayız, Aksu-OPET içindeki Ayvalık Tostçu'su çok kaliteli ve güleryüzlü hizmet sunuyor. İlk hedefimiz Uçansu şelalesi. Alanya yönündeyken Gebiz yönüne sapıp tabelaları izledikten sonra, 7 km. kadar stabilize kötü bir yoldan gitmek gerekiyor. Yine otomobilini çok sevenlere önermediğim bir yol. Aynı zamanda 78 mt. ile Türkiye'nin en yüksek şelalesi bu. Sportif pejo, rakiplerine meydan okumaya devam ediyor Burda dolaştıktan sonra, Köprülü Kanyon'a hareket ediyorum. Alanya yolundan tabelasını görünce sapıp 44 km kadar gayet temiz bir yolla ulaşılabiliyor. Köprülü çayının üzerinde bulunan taş köprü oldukça dar. Yol boyunca rafting organizasyonu yapan firmaların tesisleri bulunuyor. Burda biraz dinlendikten sonra köprüden devam edip Selge'ye tırmanışa başlıyorum. Sert virajları ve uçurumları olan yer yer bozuk olan asfalt yolla 900 metre rakıma çıkıyorum. Tur otobüsleri diğer yoldan buraya gelebiliyorlarmış. Bu antik şehirle şu anda pek ilgilenilmiyor sanki kaderine terkedilmiş gibi. 56 yaşında, emekli Ali abi beni gezdiriyor. 60'lı yıllarda Avusturya'dan bilimadamlarının inceleme amacıyla gelerek, burdaki yazıtların kopyasını çıkartıp götürdüklerini anlatıyor. Burdaki geziyi de tamamlayıp bu gece kalacağım Alanya'ya dönüyorum. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 15 Ekim 2009 Yazar Paylaş 15 Ekim 2009 8. gün - Alanya Kalesi - Alarahan - Manavgat Şelalesi Alanya'da manzaralı kahvaltımı yaptıktan sonra kaleye doğru hareket ediyorum. Giriş ücretli. Kale Selçuk'lu döneminde nerdeyse yeniden yapılmış. Bir kısmı ziyaretçilere kapalı. Kilise. Ayrıca bir çok su sarnıcı da bulunuyor. Burdan çıkıp, Antalya yönüne hareket ediyorum. Alarahan'ı görmeye gideceğim. Alara çayının kıyısında bulunan kervansaray önceleri İpek Yolu üzerindeyken daha sonra derviş ya da gezginlerin durak yeri olarak kullanılmış. Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılan handa uzun bir koridor ve ona açılan odalar bulunuyor. Şu anda özel bir işletme tarafından işletilmekte. Ayrıca bir de kalesi var patika yoldan ve bir mağaradan biraz zorlu bir yürüyüşle ulaşılabiliyor. Burada biraz dinlenip geri dönüyor ve Antalya yoluna çıkıyorum. Oralara gidip te Manavgat şelalesini görmeden dönmek olur mu ? Bugün de yorucu bir gündü, Alanya'da biraz dolaşıp otele dönüyorum. Ertesi gün İstanbul yolu beni bekliyor. Bir kaç istatistik : Yol boyunca toplam 3300 km. katetmişim. Gezi boyunca ısı 28-34 C civarında seyretti. Ortalama yakıt tüketimim 7.8 lt/100 km. Çektiğim fotoğraf adedi 550. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 30 Mayıs 2010 Yazar Paylaş 30 Mayıs 2010 Bergama - Çeşme - Kuşadası Eveet geçen seneki Akdeniz bölgesi gezisinden sonra şimdi sıra Ege'de. Ege antik kentlerin yerleşimi açısından çok daha zengin bir bölge. Yolculuğa İzmir sınırları içinde yer alan Bergama'dan başlayıp güneye doğru ilerleyeceğiz. Konsepti de değiştiriyoruz, yolculuk sonunda değil, canlı yayınla günlük olarak yorumlarımı ileteceğim artık İstanbul'dan 10:00 civarlarında yola çıkıyorum. Yaklaşık 450 km.'lik yolumuz var. Eskihisar'dan vapura binip Yalova'dan geçerek Bursa'ya girmeden Balıkesir'e dönüyorum. Vapurda Custom Motor Riders olduğunu tahmin ettiğim motosikletli gruptan bir iki poz aldım. Balıkesir Varan tesislerinde yemek molasından sonra Akhisar yönüne doğru devam ediyorum. Çoğu yerde yol çalışmaları sürüyor bu da hızı azaltıyor ama onun dışında yol duble ve gayet iyi durumda. Polis çevirmeleri olduğundan hız limitlerine dikkat etmek lazım. Akhisar'a varmadan önce Gelenbe-Soma-Kırkağaç sapağından içeri dönüyorum. Biraz dar ama gayet temiz olan yoldan geçerken sağlı sollu zeytinlikler ve ekinleriyle uğraşan çiftçilerin arasından geçiyorum. Yol durumu uygun olmadığından resim çekemedim. Hava baya sıcak, 33 dereceden fazla. Çay da içemedim aklım orda kaldı Soma ile Kırkağaç'ı geçtikten az sonra Bergama'ya varıyorum. Bazı mecburi duraklamalar, vapur sırası vs. derken yaklaşık 7 saat geçmiş. Çarşıyı biraz gezip deli gibi çay içtikten sonra şirin pansiyonuma yerleşiyorum. 2 gece kalacağım. Gobi Pansiyon'u tavsiye ederim. (Oda+kahvaltı 30 TL.) Günün sonunda 450. km'yi yapmışım. Yarın buradaki antik kalıntıları ve müzeyi gezmeyi planlıyorum. 2. gün : Akrepol - Kızıl Avlu - Asklepieion Sabah kahvaltımı pansiyon sahibi abinin kendi bahçesinden getirdiği meyvelerin de takviyesiyle yaptıktan sonra öğle sıcağına kalmamak için ilk önce Akrepol'e çıkmaya karar verdim. Akrepol sapağından az sonra inşaatı halen devam eden teleferik tesisini görüyorum. Kalkış istasyonunun rakımını 70 mt., varış istasyonunu yaklaşık 330 mt. olarak ölçtüm. Hat yolun az yukarısından (2.75 mt) geçiyor araçlar altından nasıl geçicek merak ettim. Kestel barajının göleti eşliğinde kısa ve keyifli bir tırmanışa geçiyorum. Ören girişine varıp arabayı park ediyorum ve genelde herkes yukarıya çıkarken ben aşağıdan gezmeye başlamayı tercih ediyorum. Spor alanı olan Gymnasium kalıntıları Burda bulunan ve bir kısmı restore edilen Z binası denen yerde buranın bekçileri de bulunuyor. Biraz sohbet edip çevre hakkında bilgi alıyorum. Bu bina içinde daha sonra Roma'lılar tarafından tamir edilmiş minik mozaik taşlı döşemelerin kusursuzluğu ve güzelliğine hayran kaldım. Bazı alanlardaki nerdeyse hiç hasar görmemiş. Aşağıyı bitirdik yukarıya tırmanmaya başlıyorum. Sıcak kendini epey hissettirmeye başladı. Pergamon'un son kralı Attalos'un anıtı. Arkasından kafamı çıkartıcaktım da turistlere ayıp olmasın diye yapmadım Burası Traian tapınağı, Roma'lıların çok özene bezen yaptığı bir tapınak, en çok dikkat çeken ve göze batan kısım da burası zaten. Bol bol avlu, anıt, heykel, adak sunağı falan varmış. (zamanında) Burası tiyatro dışında manzara seyretmek amacıyla da kullanılıyor. O nedenle Helen dönemi tiyatroları genelde manzaralı olurmuş. Tiyatronun bir kısmı ise gösteri bittikten sonra aşağıda sağda görünen tapınağın görünüşünü bozmaması için sökülüyormuş. Tiyatronun altında sağda kalan Dionysos tapınağı kalıntıları Burdaki gezimi bitirip aşağıya iniyorum ve kolay bir yerde bulunan Kızıl Avlu'yu görmeye gidiyorum. Burası dini bir yer ve papaz burdaki boşluktan halka sesleniyormuş. Usta burda bir kaç parça halinde bulunan kült heykelin kaidesini hazırlıyor. Kızıl Avlu bittikten sonra yine merkeze çok yakın olan Asklepieion' gidiyorum. Burası daha çok dini içerikli bir hastane ya da şifa yeri gibi bir şey. Burası Asklepios ve kızı Hygieia için yaptırılmış. Hygieia denince aklıma bizdeki hijyenik Ayşe teyze geldi Burada rüyaya yorumlatmak için uyku odaları, rahip ve doktorların hastaları dinlediği tedavi odaları, sıcak-soğuk su banyoları, tiyatro, galeriler, kutsal su, kütüphane vs. AVM'ler gibi ne ararsan var Doktor-rahiplerin hasta dinleme odaları dairesel olarak sıralanmış. Doktorların yerinden kutsal suya doğru kısa yoldan tünel yapmışlar. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 1 Haziran 2010 Yazar Paylaş 1 Haziran 2010 3. Gün : Allianoi - Klazomenai - Karaburun Sabah güzel bir kahvaltıdan sonra Bergama'dan ayrılıyorum. Hava dünkü kadar sıcak değil ayrıca bulutlu ve rüzgarlı hava bi nebze de olsa sıcaklığı kesiyor. İlk hedefim Bergama'ya 15. km uzaklıktaki Allianoi. Yortanlı barajının altında kalacağı için bu antik yapı ziyaretçi girişine kapatılmış durumda. Roma mimarisine ait bu eserde birbirinden duvarla ayrılmış soğuk-ılık-sıcak sulu hamam bölümleri var. Uzaktan çekebildiğim resimlerle idare edelim. Yola devam ediyoruz, Aliağa'yı falan geçtikten sonra Çeşme otoyoluna çıkıyorum. Urla'ya uğrayıp öğle yemeği yedikten sonra Klazomenai antik kentine gitmeyi düşünüyorum. Urla bana hiç sempatik gelmedi, vazgeçip Karaburun'a devam ediyorum. Çeşme yarımadasının kuzeyine çıkan bu yol oldukça virajlı ama gayet temiz. Pek fazla eğim olmadan kıyı şeridinden gidilen yolda inanılmaz güzellikte panoramik noktalar karşınıza çıkıveriyor. Hepsinde duramıyorum bazılarından resim alıyorum. Tabii bu noktalara bakan tepelerde de yazlık siteler yerleşmiş durumda. Yol boyunca bol bol balık lokantaları bulmak da mümkün. Burası kesinlikle gezilmesi gereken bir güzergah. Karaburunda biraz dolaştıktan sonra çayımı içip aynı yoldan geriye Çeşme'ye doğru hareket ediyorum. Otoyola çıktıktan sonra fazla bi şey kalmıyor zaten. Dönüş yolunda hava biraz serinliyor, akşam güneşinde daha da güzelleşen bu yolda yine gümüşaslanımla aşka geliyoruz. Kısa bir çarşı gezisinden sonra Seda Pansiyon'a yerleştim. (Oda+kahvaltı 30 TL.) 2 gece kalmayı planlıyorum. Okullar kapanmamış olduğundan sezon henüz başlamamış buralarda. Bu günün sonunda 830. km.'ye ulaştım. 4. gün : Erythrai - Teos Çeşme otoyolundan ayrılıp Ildırı köyüne doğru yol alıyorum. Erythrai antik kentini görmeye gideceğim. Bu kent 12 Ion kentinden bir tanesi. Tarihi boyunca yönetimi el değiştirmiş, parlak dönemini yaşadıktan sonra en sonunda da Pers'lilerin işgaline uğramış. Tiyatro körfezi görecek şekilde konumlandırılmış ama basamakları zarar görmüş. Aslında kent oldukça geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen düzgün bir gezi güzergahı yok. Arka planda Sakız adası. Burdan yola çıkıp Seferihisar'a doğru yola çıkıyorum. Tabii ki şimdi de yemek molası, menüde de mantı var. Sığacık içinde bulunan Teos antik kentine geldim. Bu da bir Ion liman kenti ve Hellenistik dönemde parlak dönemini yaşadıktan sonra Pers'liler tarafından ele geçirilmiş. Daha sonra göç etmişler. Yine düzenlenmemiş bir antik kentle karşı karşıyayım. Sağında solunda ne varsa dağılmış, bahçelerin arasında düzgün bir güzergahı da yok. Geriye kalıntı namına bişey kalmamış bazı yerlerin kazıları ise henüz başlatılmamış. Bugün ısı biraz düşüktü ve baya rüzgar vardı. O nedenle fazla pişmeden günü bitiriyorum. Şimdi dönüp bu manzarayla sahilde çay içme zamanı. Bugün 1070. km.deyiz. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 5 Haziran 2010 Yazar Paylaş 5 Haziran 2010 5. gün : Klaros - Efes - Meryem Ana - Yedi Uyurlar Çeşme'deki 2. gecenin ardından toparlanıp yola çıkıyorum. Hedefim Kuşadası'nda 2 gece kalarak civarı gezmek. Çeşme otoyolundan Menderes yönünde ayrılıp Sığacık körfezinin yanında bulunan Klaros'a gidiyorum. Burası kehanet kralı Apollon için yapılmış bir tapınak. Bir kehanet merkezi. Asıl temeli Helenistik devirden öncesine ait, daha sonra onun üstüne inşa edilmiş. MÖ 6. yy'a ait yuvarlak Apollon sunağı. Aynı döneme ait dikdörtgen Apollon sunağı. Buranın kuzeyinde Artemis tapınağı da var. Apollon ve Artemis'in kült heykel kalıntıları. Sıra geldi en meşhur antik kentlerden biri olan Efes'e. Selçuk yönüne hareket ediyorum. Bugün sıcaklık kendini epey hissettiriyor. Burası oldukça geniş bir alana yayılmış ve çok eski bir kent. Sözü tabelalara bırakıyorum En çok dikkat çeken yerlerden biri, Celsus kütüphanesi. Burda bir de Yamaç Evleri var ama ben girmedim Az ilerideki Yedi Uyurlar mağarası girişe kapalı. Efes'teki hristiyanlar inançları nedeniyle zulüm görmüşler, bu zulümden kaçan yedi genç burada 200 yıl süren bir uykuya dalmış. Burdan çıkınca da Meryem Ana evi tabelasını görüp yemeği yine erteliyorum. 6 km'lik bir tırmanmadan sonra ulaşıyorum. Burası 1800'lü yıllarda Catherine isimli ermiş bir Alman kadına malum olmuş ve yeri öyle bulunmuş. İçeride resim çekmek yasak. Burdan Kuşadası'na devam ediyorum, bugün baya yoruldum ve iyi bir uykuyu hakkettim. 1320 km. olmuşum. 6. gün : Priene - Milet - Didim Bugün Kuşadası civarındaki yerleri gezmeyi düşünüyorum. 80 km'lik Didim yolu üzerindeki üç yeri (Priene-Milet-Didim) gezeceğim. Genelde çoğu günübirlik turun güzergahı da bu şekildeymiş. İlk durağımız Güllübahçe'de bulunan Priene. Biraz sapa kaldığı için bozulmadan günümüze gelebilmiş. Roma'lıların buraya pek etkisi olmadığından basit ve sade bir planı var. Dik bir yokuşu tırmanmaya başlıyoruz. Athena tapınağı. Şapkam ve gözlüğümle yine karşınızdayım Burayı çok sevdim. Rüzgar tatlı tatlı esiyor, ağustos böceklerinin sesleri eşliğinde gezerken çam ağaçlarının kokusunu içime çekiyorum. Biraz aşağıya inelim. Burda içinden su kanalı geçen bir yol aşağı iniyor. Tiyatrosu nerdeyse tüm kentin nüfusunu alabilecek kapasitede yapılmış. (5000 kişi) Burası mahkeme vb. devlet işlerinde de kullanılıyormuş. Ben de senatodaki yerimi alıyım Biraz daha dolaşıp manzarayı seyrettikten sonra aşağıya iniyorum ve Milet'e doğru yola koyuluyorum. Didim'in 45 km gerisindeki Milet'in İonia kentleri içindeki yeri ayrı. Burası felsefenin doğduğu yer olarak tanımlanıyor. Çok büyük olmasa da gezi parkuru biraz bakımsız ve yorucu. Girişte ilk önce tiyatro kendini görkemle gösteriyor. Tiyatronun arkasına Bizanslılar kale yapmışlar. Bu tiyatro ilk zamanlarında Helenler zamanında 5000 kişilik iken Romalılar zamanındaki eklemelerle 15.000 kişi kapasiteye ulaşmış. İki sütun imparator-vali gibi nüfuzlu kişiler için ayrılan yer. Neye benzettiniz ? Bu kentte Bizans-Osmanlı yapıları da bulunmakta. Kalan kısmı ise Romalılar tarafından onarım görmüş. Hamam kalıntıları. Bu hamam tabanın altına yerleştirilmiş ısıtma kanalları (hypokaust) ve tuğlaların içinden geçen künklerle ısıtılıyormuş. Hemen yanında ise 1400'lü yıllara ait İlyas bey camii ve bir kervansaray bulunuyor. Şu anda restore ediliyor. Burdaki gezimi tamamlayıp Didim'e doğru hareket ediyorum. Öğle yemeğinden sonra Apollon Tapınağı tabelasını izleyerek Didim'e varıyorum. Bu tapınak küçük bir alanda bulunuyor ve yerleşim yerlerinin içinde kalmış. Tam olarak sınırları bilinmese de Miletos'tan gelen bir bağlantı yolunun olduğu düşünülüyor.Girişte korkunç bakışlarıyla ve yılanlı saçlarıyla Medusa sizi karşılıyor ve sanırım buranın bekçisi de o. Aynı zamanda bir kehanet merkezi olan tapınak MÖ 6. yy'a ait bir arkaik yapının üzerine inşa edilmiş. MS 4.yy'da Romalılar bu kehanet merkezlerini yasaklayarak kapatmışlar. Bu dönem içinde sürekli değişiklikler yapılmış. Vazo, heykel, kabartma gibi adak hediyelerinin sunulduğu bir galeri var. İki ayrı giriş dehlizi var ve ne amaçlı olduğu belirlenememiş tam olarak. 8x21 sütunlu olan yapıda şu sütunlar tam olsa ne şahane bir görüntü olacakmış. Buna benzer çok sayıda kabartma bulunuyor. Artık Kuşadası'na dönüş zamanı. Sayacımız 1525 km. gösteriyor. Burdan daha güneyde gidilecek bir çok nokta var ama iznim bittiği için geri dönmem gerekiyor. Sürekli gezerek yapılan yolculuklar bir haftadan sonra biraz yorucu olmaya başlıyor, o nedenle burdan güneyini kısmetse ileriki bir tarihe erteliyorum. Sabah 9:30 gibi yola çıkıp İzmir-Manisa-Balıkesir-Bursa üzerinden yaklaşık 8 saatte İstanbul'a varıyorum. İzmir-Manisa yolunun 9. km.'sinde Uspet yanındaki Dürümcü Oğuz'da sıcak pofuduk ekmekli harika kahvaltının tadı damağımda kaldı. Bazı istatistikler : Toplam katedilen mesafe : 2060 km. Çekilen fotoğraf adedi : 470 Ortalama yakıt tüketimi : 9 lt / 100 km. En beğenilen parçalar : Murat Dalkılıç-Külah, Demet Akalın-Evli,Mutlu,Çocuklu, Sinan Özen-Bir şey Olmaz Deme, Hande Yener-Bodrum,Nil Özalp-Kalp Boş En beğenilen yer : Priene En beğenilen yol : Karaburun 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 15 Temmuz 2010 Yazar Paylaş 15 Temmuz 2010 Düzce - Akçakoca - Aktaş şelalesi Bugün Düzce sınırları için bulunan Akçakoca ve çevresini gezeceğim. İstanbul-Ankara otoyolu 200. km.'de gördüğüm Düzce sapağından çıkıp Akçakoca yönüne doğru hareket ediyorum. Yaklaşık 35 km. kadar gayet düzgün bir yolla Akçakoca'ya varıyorum. Yol üstündeki bir çok tezgahtan taze meyve satın almak mümkün. Bu sefer ekipman sıkıntımız var fotoğraf makinamı arkadaşıma verdiğimden cep telefonu ile çekilen resimlerle idare edeceğiz. Akçakoca küçük ve şirin bir yer, çevre illerden epey ziyaretçi çekiyor. Sahil şeridi oldukça yoğun; plaj, çay bahçeleri ve balık restoranlarının olduğu güzergahta park yeri bulmanız zor olabilir. İç taraflarda da bir çok pansiyon bulunuyor. İlk önce Aktaş şelalesini görmeye gideceğim. Akçakoca'dan çıkıp 10 km. mesafedeki Aktaş köyüne doğru hareket ediyorum. İlçeden sonraki köy yolu dar ve bozuk. Şelale tabelalarını izleyip devam ediyorum, küçük bir kır lokantasına varınca yol bitiyor. Burdan başlayan 2 km.lik bir yürüyüş parkuru ile şelaleye varılabiliyor. Sık bir ormanın içinde, derenin çağıltıları eşliğinde yürüyüş oldukça keyifli. Hava sıcak olmasına rağmen bulutlu ve güneş kendini göstermiyor. Parkur pek yorucu değil, az sonra şelaye varıyorum. Yaklaşık 50 mt. yükseklikten dökülen şelalenin dibine kadar yaklaşmanız mümkün. Etrafındaki kayalıkların yosunlu görüntüleri muhteşem. Malesef makinam yanımda değil ve bu görüntüleri kaliteli ve bol bol çekemediğim için biraz kendime kızıyorum. Şelalenin sesi eşliğinde dinlenip Akçakoca'ya geri dönüyorum. Sahilde biraz dolaşıp deniz fenerinin orda bir hatıra resmi daha alıyorum. Aslında gezecek daha çok yer var ama balıkçı teknelerinin tamir edildiği ve bağlandığı yerde konumlanıp çay molası veriyorum. Burda epey bir süre oturup çay gazete sefasından sonra zamanım azaldığından İstanbul'a dönüyorum. Diğer gezilecek yerleri ileri tarihe erteliyorum. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 10 Ekim 2010 Yazar Paylaş 10 Ekim 2010 Denizli - Aydın - Muğla Hatırlarsanız Mayıs sonunda kuzey ege'nin turistik ve antik yerlerini gezmiştim. Rotaya uygun olmaması nedeniyle iç ve güney taraflara gidememiştim. Yaz sıcakları, ramazan, bayram geçtikten sonra geçen seneki gibi yine ekim ayında bir gezi düşünüyordum. Çeşitli nedenlerden dolayı biraz geç kaldım ısı bu sene oldukça düştü. Geçen senenin normallerinden 4-5 derece düşüş sözkonusu. "Evde nezle olacağına yolda nezle ol" felsefesiyle yollara düştüm yine. İlk hedefimiz Denizli, İstanbul'dan yaklaşık 650 km. Sakarya - Bilecik - Kütahya - Afyon üzerinden 7 saatlik bir yolculukla ulaştım. Ama o da ne? Gümüşaslan bir iki yerde huysuzluk yapıyor, bir kaç kırmızı ışıkta stop etti ve rölantisi düzensiz. Umarım inat etmez. Yol boyu hava güneşli ama sıcaklık 18 derece civarındaydı. Havanın biraz daha ısınacağı söyleniyor. Grand Keskin Otel'e yerleştim. Oda kahvaltı kişi başı 55 TL. Burada 2 gün kalıp civardaki antik yerleri ve Pamukkale'yi görmeyi planlıyorum. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 11 Ekim 2010 Yazar Paylaş 11 Ekim 2010 2. gün : Hierapolis - Pamukkale Travertenleri Denizli'den 15 km kadar uzaklıktaki Pamukkale travertenleri ve Hierapolis'i gezmek üzere yola çıkıyorum. Hava güneşli. İki tane giriş var ben turların da tercih ettiği güney girişine çıkıyorum. Güneş kendini iyice hissettiriyor, yazlık giyinsem daha iyi olcakmış. Üstelik şapkam ve gözlüğüm de yanımda değil Burası tuvalet olarak kullanılıyormuş. Fontinus caddesi. Bu cadde üzerinde hamam ve önemli şahsiyetin mezarı var. Öteki dünyanın tanrısı Plutonium'un yanına gitmek isteyenlerin bu dehlizden girerek gideceğine inanılırmış. Dehliz şu anda duvarla örülü tabi. Tiyatro için biraz tırmanmak gerekiyor. Etrafı çitlerle çevrilmiş, en alta kadar inilemiyor. 2012'ye kadar tamamlanması planlanan bir restorasyon çalışması başlatılmış. Hierapolis oldukça geniş bir alana yayılmış bir kent, 3 km. uzunluğu var. Burayı tamamlayıp traverten tarafına geçiyorum. Yapılan iyileştirmelerle tekrar eski beyaz görüntüye yaklaşılmış. Sınırlı bir alanda üstünde gezmeye izin veriliyor. Burayı da biraz gezdikten sonra Denizli'ye dönüyorum. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 12 Ekim 2010 Yazar Paylaş 12 Ekim 2010 3. gün : Aphrodisias Hava bozdu, öğleye kadar yağış olacağı söylendi. Biraz oyalanıp öğlen Aphrodisias'ı görmeye gidiyorum. Denizli'den yaklaşık 80 km. uzaklıkta. Yol boyunca 1100 metre rakımlı dağlardan geçerken çam kokularını içime çekiyorum. Yağmur dindi, ama güneş bazen kendini az bişey gösteriyor. Geyre'de bulunan bu antik Roma kentinin otoparkına aracı parkediyorum. Yürüme mesafesi oldukça fazla neden böyle diye düşünürken durum ortaya çıkıyor. İki traktör otopark ile giriş arasında özel yapım tenteli römorkları ile git-gel yapıyorlar. Oldukça bakımlı güzel düzenlenmiş giriş alanında çıkarılan eserlerin sergilendiği müze, bu antik kentin yeniden gündeme gelmesini sağlayan fotoğrafçıya (Ara Güler) ve antik kenti ayağa kaldıran arkeologa (Kenan Erim) ait sergiler bulunuyor. Stadyuma geliyoruz. 270 metre uzunluğundaki stadyum hayret uyandırıcı bir kapasiteye sahip (30.000 kişi). Dünyanın önde gelen antik stadyumlarından birisi.Stadyumda kadın-erkek ve her meslek grubunun ayrı oturma yerleri varmış. Yunan'lılar zamanında spor gösterileri yapılıyormuş. Doğu tarafı ise Roma'lılar zamanında vahşi dövüşler için ayrılmış. Bu kentin en dikkat çeken unsuru olan tören kapısı. Yaklaşık 30 yıl boyunca bu kentin ortaya çıkarılması için emek veren arkeologun (Kenan Erim) mezarı da burada. Sergilenen lahitlerden biri ve kabartmaları. 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 14 Ekim 2010 Yazar Paylaş 14 Ekim 2010 4. gün : Kleopatra plajı Sabah güzel bir güneş ışığı ile uyanıyorum. Zaten yine yağış olsaydı geri dönmeyi düşünüyordum. Bunun üzerine toparlanıp Datça istikametine hareket etmeye karar veriyorum. Kışlıklar kısa kollularla yer değişiyor oh be İlk istikametimiz Sedir adası / Kleopatra plajı. Gökova körfezinin büyüleyici manzarasını seyrederek Marmaris'e inip, Sedir adasına teknelerin kalktığı Çamlı iskelesine gidiyorum. Yabancı turların denizyoluyla geldiği adaya sezon sonu olduğu için karayolundan rağbet azalmış. Bir tekne kiralıyorum, 20 dak. yolculuk esnasında kaptan çevre hakkında bilgi veriyor. Rotamızdaki minik adacıklarda lahitler görülebiliyor. Bu suların altında baya bişey olmalı. Adaya yanaştıktan sonra gezime başlıyorum, önce Klepatra plajı. Bu plajın kumu nadir oluşan bir kum ve koruma altında. Bir efsaneye göre de Roma'lı Antonius sevgilisi Kleopatra için buraya kum getirtmiş zamanında Ne taraftan bakarsanız bakın manzara enfes. Tabelaları izleyerek Kedrai antik kenti kalıntılarını dolaşmaya başlıyorum. Kedrai "sedirler" demekmiş. Roma'lılardan kalma bu kentten 2500 kişilik tiyatro dışında belirgin bişey kalmamış. Etraf zeytin ağaçlarıyla dolu. Öğleden sonra hava bozdu, Datça yarımadasının ucundaki Knidos'a gitme planım ertelendi. Hava erken karardığından geceyi Datça'da Bora Otel'de geçiriyorum. Oda kahvaltı kişi başı 50 TL. Buraya kadar 1145 km yapmışım. Tabii ki sahilde bir çay bahçesi molasını ihmal etmiyorum. Hava ılık, üşütmüyor. 5. günün sabahında ise havanın yine yağmurlu olduğunu görünce artık geri dönmeye karar veriyorum. 50.000 km doldurmuş lastiklerim Datça'nın virajlı ve ıslak yollarında durmadan kızaklıyor. Hatchback bir renault megane virajı alamayıp ormana uçmuş, ağaçlardan dışarıda sadece arkası görünüyordu. Neyseki kimseye bişey olmamış. Muğla - İzmir - Manisa - Balıkesir - Bursa - Yalova feribotu üzerinden dönüşüm yaklaşık 11 saat sürüyor. Özellikle İzmir'e kadar ciddi sağanak yağış var ve yol yapımları devam ettiğinden daha fazla dikkat etmek gerekiyor. Kaygan yol nedeniyle ışıklarda kaldırıma çıkmış bir megane sedan, bariyerlere çarpmış bir vectra gördüklerimden bazılarıydı. İstatistikler : Toplam katedilen mesafe : 1900 km. Ortalama yakıt tüketimi : 7.5 lt/100 km Çekilen fotoğraf : 160 En beğenilen yer : Aphrodisias En beğenilen yol : Denizli-Muğla yolu 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 1 Kasım 2010 Yazar Paylaş 1 Kasım 2010 Yalova - Erikli çifte şelalesi Yeni bir şelale gezimle yine karşınızdayım Bu gün Erikli çifte şelaleleri göreceğiz. Yalova'dan yaklaşık 30 km uzaklıkta. Yalova->Çınarcık->Teşvikiye istikametinde bulunan kent ormanına Teşvikiye'den sonra ulaşım biraz dar olan yolla sağlanıyor. Teşvikiye çıkışındaki "Mavi-Yeşil Yol"-"Çifte şelale"-"Kent Ormanı" tabelaları sizi yönlendirecektir. Yol üzerinde çok güzel manzaralar yakalayabilirsiniz. Kent ormanına varıp aracı parkediyorum. Bundan sonra 2 km. kadar yürüyüşümüz var. Kent ormanının içinde bolca piknik masası, büfe tipi yerler bulunuyor. Sezon bittiği için büfeler kapalı. Hava 15 derece. Güneş düşmeyen yerler biraz serin. Sonbaharın dökülen yaprakları çok güzel bir örtü oluşturmuş. Asma köprüyü de geçip devam ediyoruz. Bazı bitkilerin tanıtıcı tabelaları mevcut. Önce alt şelaleye varıyoruz, oldukça güçlü. Seyir terası çok güzel konumlandırılmış. Bir de karşıdan alalım. Merdivenlerden yukarı devam edip asıl üst şelaleye vardığımda ise görkemli bir manzara beni karşılıyor. Su inanılmaz bir debiyle ve gürültüyle akıyor. Dibine yaklaşmak istiyorsanız kaygan taşlara çok dikkat etmeniz lazım. Hele ki gözlük kullananların hem gözlüklerini hem de makinanın objektif camını sıkça silmesi gerekecek 1 Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 1 Haziran 2011 Yazar Paylaş 1 Haziran 2011 Bridgestone Turanza ER300'lerimizi yeniledik. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 2 Haziran 2011 Yazar Paylaş 2 Haziran 2011 Güllük - Bodrum - Fethiye - Ölüdeniz Yoğun iş temposundan dolayı geçen yazdan beri onunla fazla ilgilenememiştim. 160.000'e geldiğinden hayati parçalarından biri olan trigerini ikinci defa değiştirmemiz gerekiyordu. Yolculuğumuz böyle başladı. Önce bir hedef belirlemeliydik. Geçen sefer Denizli tarafındaki yerleri gezmiştik. Ancak hava koşulları kıyıya doğru gelmemizi engellemişti. Bu sefer de tersini yapacaktık. Başlangıç noktası olarak güzel bie sahil kasabası olan Güllük'ü seçtik. İstanbul'dan çıkıp Balıkesir-İzmir-Manisa-Milas hattını takip ettik. Yol boyunca hep diğer yönde çevirmeler vardı. Milas'tan sonrasının yol yapımı halen devam ediyordu. Hava sıcaklığı 26-30 civarındaydı ve sadece bir defa kısa bir yağmura denk geldik. Standart İstanbul'lular Bodrum'a devam ederken biz Güllük sapağından içeri daldık. Ara yol keyifliydi. Sahilde dolaşıp yemek-çay faslından sonra Hermias Otel'e yerleştik. (Oda+kahvaltı 35 TL./gece) Başka otel ve ucuz pansiyon seçenekleri de mevcut. Sahilde bir çok balık restoranı da bulunmakta. Gündüz yoğun olan sokaklar akşam hava kararınca sakinleşiyor. Günün sonunda 9 saat süren yolda toplam 630 km. yol yapmıştık. 2. gün : Iasos - Euromos - Gümüşkesen Sabah kuş cıvıltıları eşliğinde erkenden uyandık. Kahvaltımızı yapıp yola düştük. Hedefimiz 25 km. uzaklıkta olan Kıyıkışlacık köyündeki Iasos antik kenti. Milas yoluna çıkıp Iasos tabelasından içeri giriyoruz. Yol pek iyi değil. Bugün bekçinin izin günüymüş, giriş ücretsiz. Müzekart çıkartamadım en yakın merkezden almam lazım. Ege kıyılarında daha çok Helen'lilerin yerleşimleri bulunuyorken denizden uzak iç kesimlerde Karia'lıların yerleşimlerine sıkça rastlanıyor. Iasos içinde bir çok medeniyetin (Helenistik mimari, Bizanslıların-Rodosluların surları gibi) izlerini taşıyor. O yüzden biraz kafa karıştırıcı. Yönlendirici tabelalaları pek yeterli bulmadım, gezi parkuru da sanki bakımsız kalmış. Şehir meclisinin toplandığı binanın kalıntıları. Daha sonra yola düşüp Milas-Söke yolunda az ilerideki Euromos'a gidiyoruz. Yol yapımı var her yer tozlu-çukurlu ama gümüşaslan bunlara alışık, sesini çıkarmıyor. Giriş fiyatı yüksek (8 TL) bu nedenle bir çok ziyaretçi dışarıdan bir fotoğraf çekip dönüyormuş. Burası Asya'nın iyi korunmuş kabul edilen ve MS 2.yy'a ait Zeus tapınağının kalıntılarını barındırıyor. Görkemli bir görüntüsü var. Yivli sütunlar Ion stilini yansıtıyor ancak neden bazılarının yivli olmadığını anlamadım. Tamamlanamamış olması mıdır, yoksa süreç içinde tarz değişikliği midir bilemiyorum. Sütunlarda sponsorların isimleri yazılı. Tepede tiyatro ve sur kalıntıları var ama yağmurun kalıntıları nedeniyle düzensizleşmiş. Çıkarken tepeden değişik bir açı yakalıyorum. Güneş bunalttı yok mu bi bardak limonata veren Burdan çıkıp Milas'ın içindeki Gümüşkesen mezar anıtına gidiyoruz. Yönlendirici tabela olmaması nedeniyle bulmak biraz zor. Anıt çok bakımlı bir alanda bulunuyor. Gri damarlı mermerden yapılan anıt soylu bir aile ya da bir yönetici için yapılmış. Karia'lıların geleneksel mezar stilini yansıtıyor. En altta gömünün bulunduğu oda var. Ölen kişiler kıyafetleri ve kişisel eşyaları ile birlikte buradaki lahitlerde bulunuyormuş. Daha üstte ise dinsel törenlerin yapıldığı 12 sütunlu bölüm var. Yapının üstü ise piramitsel bir çatı tekniği ile kapatılmış. Bugünlük bu kadar yeter. İkimiz de yorulduk, yuvaya geri dönüyoruz. Günün sonunda 800 km.ye ulaşmışız. Yorum bağlantısı
Selçuk Keleş 2 Haziran 2011 Yazar Paylaş 2 Haziran 2011 3. gün - Bodrum Bugün Bodrum yarımadasını yukarıdan dolaşarak gezmeye karar verdik. Sahilde güzel bir kahvaltı ve ... Yine yollardayız, sen ve ben. Göltürkbükü, Gündoğan, Yalıkavak, Gümüşlük'ten geçtik. Zaman az olduğu için Turgutreis üzerinden gidemedik. Manzara harika ancak her taraftaki yazlık evler, tatil köyleri ortamın tadını kaçırmış. Gümüşaslanı otoparka bırakıp kaleye yürüyorum. Ara sokaklardaki her yere araçlarıyla girmeye çalışan İstanbul'lular kendilerini hemen belli ediyorlar. Kale çok güzel pozlar yakalamanıza imkan veriyor. Kalede bir çok kule var, İngiliz, Alman ve diğerleri. Bu kule İngiliz kulesi, girişinde 4. Henry'nin arması ve bir arslan kabartması var. Kule ve bina girişlerinde bol bol görülen kraliyet veya şövalye armaları. Daha sonra zindanlara iniyorum. Gatineu kulesi önceden kule amacıyla yapılmış ancak daha sonra kule önünde yapılan ek duvar nedeniyle havalandırma ızgaraları kapatılıp işkence yeri haline getirilmiş. Türk'ler 1523'te burayı alınca yaşanan acıları hafifletmek için burayı doldurarak kapatmışlar. Günümüzde yeniden açıldığında prangalar ve insan iskeletleri bulunmuş. Temsili olarak bu şekilde gösteriliyor. Civarda bulunan gemi batığından çıkarılan eşyalar. Gezimiz bitince sahilde kısa bir yürüyüş yapıp Güllük'e geri dönüyoruz. 960. km'deyiz. Yorum bağlantısı
Recommended Posts